Hurufilik ve merkezleri üzerine çok çeşitli görüşlerin olduğu bilinmektedir . Burada amaçladığımız bu konuda yazılanlardan alıntılar yaparak okuyucuların kendi fikirlerini oluşturmalarına yardımcı olmaktır . Y.Ç.
“Estarabad’da (İran) 1340 Yılında doğan Şihabuddin Fazlullah, genç yaşta teolojiye ilgi duydu, daha 18 yaşındayken tasavvufa yöneldi. Harezm ve Tebriz’de etrafına topladığı kişilerle yaptığı dini sohbetler O’na büyük ün ve saygınlık getirdi.
Fazlullah, 40’lı yaşlarında kendi inanç sistemini geliştirdi, bunu Isfahan’da yaymaya başladı. Mehdi olduğunu ilan eden Fazlullah, müritlerini bırakıp bir mağarada invizaya çekilirken, 7 kişiden oluşan yardımcıları O’nun öğretisini hızla yayıyordu.
Fazlullah, Öğretisini, ünlü eseri Cavidan’da kaleme aldı. Fazlullah’ın daha sonra “Hurufilik” diye adlandırılan öğretisini yaydığı ortam, daha önceleri Mazdeizm ve Karmatilik gibi çok sayıda batıni akımın hayat bulduğu topraklardı. İslami kaynaklar O’nun Tanrılığını ilan ettiğini yazar. Sözü edilen olay, Hallacı Mansur’un “Enel Hak” vakasından farklı olmasa gerek.Fazlullah’ın öğretisinin hızla yayılması, egemen kesimleri rahatsız etti. O dönemde birçok bölge gibi İran da Timurlu devletinin egemenliğindeydi.
Fazlullah, İslam ulemasının sözünü dinleyen Miranşah’ın emriyle tutuklanıp, hapsedildi, daha sonra da Alıncak kalesinde öldürüldü.(1394) Fazlullah’ın cesedini ayaklarına ip bağlayarak ibreti alem için sokaklarda dolaştırdılar. Müritlerine korkunç zulümler uygulandı, kaçabilenler canını zor kurtardı. Fazlullah’ın ardıllarından Ahmed Lur’un, 1427’de dönemin Moğol yöneticisi Şahruh’a karşı düzenlediği suikast girişiminden sonra, tam bir Hurufi avı başlatıldı, çoğu yakalanıp öldürüldü, cesetleri bile yakıldı. Ancak Hurufilik varlığını koruyup, yayılmasını sürdürdü.
Bu olaydan tam 40 yıl sonra Fazlullah’ın kızı tarafından dönemin Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’a karşı başlatılan ayaklanma da şiddetle bastırıldı. Bu olaylar sonrasında yoğun bir kovuşturma ve katliama uğrayan Hurufiler, değişik bölgelere dağıldılar, öğretilerini dört bir yana taşıdılar.
Kırımlardan canını kurtarabilen Hurufiler’in büyük bölümü Anadolu’ya sığındı. Sivas, Eskişehir ve Batı Anadolu’daki bazı yerleşim yerleri, Hurufilerin yeni mekanları oldu. Rumeli’ye geçen Hurufiler, Arnavutluk, Filibe, Varna gibi yerlerde mekan tuttular. Kimliklerini son derece başarılı biçimde gizleyen Hurufiler, gittikleri yerlerdeki tasavvuf kurumlarına sızarak kendilerini saklarlarken, inançlarını da girdikleri cemaatlere aşıladılar.
Hurufilik Anadolu’da Mir Şerif ve özellikle büyük Azeri ozanı İmadeddin Nesimi tarafından yayıldı.(1) Mir Şerif, Anadolu’ya Fazlullah’ın eserleri başta olmak üzere bir çok Hurufi kitaplarını getirdi. Fazlullah’ın halifesi Nesimi, Anadolu’da birçok yeri dolaşarak, etkin bir propaganda yürüttü, Hurufiliğe birçok mürit kazandırdı.Fazlullah’ın halifelerinden biri Edirne’deyken genç Padişah Fatih’i etkileyecek kadar başarılı oldu, bazı müritleriyle birlikte saraya yerleşti.
Durumdan oldukça rahatsız olan “ulema” tarafından, Hurufiler’in “Hulul” inancının “sapkınlık” olduğu konusunda ikna edilen Padişahın buyruğu ile Hurufiler tutuklanarak idam edildi. Bu olay, Osmanlı ülkesinde Hurufiler’e yönelik yüzyıllar boyu sürdürülecek kovuşturma ve kırım döneminin başlangıcıydı.Hurufilik, başta Kalenderiler ve Bektaşiler olmak üzere birçok inanç akımını derinden etkiledi.
Başka inanç topluluklarının içine sızan bazı Hurufiler de baskılara aldırmadan, kendi özgün inançlarının yaymaya devam etti. Otman Baba, Rafii, Usuli, Yemini, Virani, Hayreti, Muhiti, Muhyiddin Abdal ve Arşi gibi Kalenderi ve Bektaşi ozanları bunlar arasında sayılır. Hurufiler, en çok Bektaşiler’in arasında karışarak varlıklarını koruyabildiler. Deyim yerindeyse Hurufiler asıl olarak Bektaşiler’e sığındılar.
Fazlullah’ın halifelerinden Aliyyül Ala propaganda yapmak üzere geldiği Anadolu’da Bektaşi tekkelerine girdi.(3)
Bu nedenle Bektaşi öğretisinde Hurufi etkisi çok belirgindir. Gölpınarlı’ya göre, Hurufilik, bir süre sonra başta Alevi-Bektaşiler olmak üzere diğer tarikatlere karışarak, cismen yok oldu, ancak inançları bu tarikatlarla birlikte yaşadı. Henüz İsa doğmadan 500 yıl önce, ünlü “Aynı suda iki kez yıkanılmaz” sözleriyle “sürekli akış” öğretisini geliştirerek, diyalektik düşüncenin temellerini atan Herakleitos, “logos” kuramını geliştirmişti. Logos, “söz” anlamına geliyordu.
Herakleitos’a göre başlangıçta logas vardı, logos var olan her şeyi yöneten tek ve değişmez doğa yasasıydı.Herakleitos’un İsa’dan 500 yıl önce tanımladığı logos, İncil’de Tanrı kelamına dönüştü: “Başlangıçta söz vardı ve söz Tanrı ile beraberdi ve söz Tanrı idi.” (4)
Hurufiliğe göre ise varlığın özü sesten oluşur. Evren, sesin ortaya çıkışıyla birlikte var olmuştur. Ses her şeyin özünde vardır; canlılarda eyleme dönüktür, (irade ve arzu ile ortaya çıkar); cansızlarda ise gizilgüç olarak durur. Hurufiler’e göre “Tanrı gizli bir hazinedir (Kenz-i Mahfi). Tanrı’nın ilk belirişi söz (Kelam) ile olmuştur. Söz ilk nedendir ve Tanrı’nın soyut bir İç Konuşmas” (Kelam-ı Nefsi) niteliğindedir.
Kesin bir gerçek olarak görülen bu soyut söz, bazı öğelere ayrışır ve bu öğeler biçiminde dışsal bir nitelik kazanır. Aslında sözün ayrıştığı bu öğeler Arap alfabesinin yani Kur’an’ın 28 ve Fars alfabesinin 32 harfidir. Söz bu dış öğeleri edinince, soyut durumunu yitirerek, söylenmiş söz (Kelam-ı Melfuz) biçimine dönüşür. Söylenmiş sözün birleşik görüntülerinden duygu ve bilinç evreni meydana gelir. Hurufiler, evrenin sonsuzluğuna ve sürekli döngüsel devinimine, bu devinimden doğal olayların oluştuğuna inanırlar”. (5)
Hurufi inancına göre Tanrı, kendisini insanın yüzünde görünür kıldı. İnsan yüzündeki burun “elif”, burnun iki yanı “lam”, gözler de “he” harflerini verir. Böylece insanın yüzünde simetrik yazılmış iki Allah sözcüğü ortaya çıkar. Hurufilik adı da buradan geliyor. “Huruf”, harf sözcüğünün çoğuludur. Hurufi, “harfçilik” demektir. 1907 yılında ölen ünlü Bektaşi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’nın şu dizelerinde de Hurufi inancını görebiliyoruz:“Tuttum aynayı yüzüme,Ali göründü gözüme. “
Hurufiler’e göre evrenin üç temel dönemi vardır: “Peygamberlik (Nübüvvet), imamlık (İmamet) ve tanrılık (Uluhiyet). Adem ile başlayan Peygamberlik dönemi Muhammed’le sonra erdi. İmamlık dönemi Ali ile başlayıp 11. imam Hasan Askeri ile bitti. Fazlullah ile tanrılık dönemi başladı. Tüm peygamberler Mehdi olan Fazlullah’ın habercisi ve müjdecisidiyde. Fazlullah’tan sonra gelecek olan Yetkin İnsan (İnsan-ı Kamil) Fazlullah’a uymak zorundadır.
Fazlullah Musevilerin beklediği Mesih, Hıristiyanlar ve Müslümanların gökten inaceğine inandıkları İsa’dır. Fazlullah, gökten inmiş ve kıyamet kopmuştur, dünya ahiret bir olmuştur. Bu nedenle ahiret yoktur. Gerçek ortaya çıkmış ve tüm dinsel yükümlülükler kalkmıştır. Böylece Hurufiler tüm ibadetleri harfler ile yorumlayarak iptal ederler ya da değişik biçimde uygularlar. Örneğin hac, Fazlullah’ın öldürüldüğü yeri ziyaret etmektir. Şeytan taşlama ise, Fazlullah’ı öldüren ve Maran Şah (Yılanlar Şahı) dedikleri Timur’un oğlu Miranşah’ın yaptırdığı Senceriye Kalesi’ni taşlamaktır.
Hurufi düşüncesi, yine batıni bir yol olan Bektaşiliği derinden etkiledi. Bu etki o kadar fazla oldu ki Hurufilikle, Bektaşilik adeta içiçe geçti. Zaten Bektaşilik değişik inanç topluluklarını şemsiyesi altında toplamış, onları özümsemiş, bünyesine almış bir yoldur. Hacı Bektaş, tüm Horasan ve Urum erenlerinin mürşit kabul ettiği kişi değil midir?
“Bektaşilik, çeşitliliği özümsemesi ve hoşgörülü yapısı nedeniyle bir çok farklı heterodoks zümreyi de içinde barındırmış ve tüm ezoterik düşüncelerin Anadolu’daki sığınağı olmuştur. Tümü farklı düşünce ve uygulamalara sahip olan Kalenderi, Haydari, Hurufi, Torlak gibi akımlara bağlı olanlar bu geniş yelpazeye katılmış, kendi bağımsız varlıklarını feda ederek, Alevi-Bektaşi toplumsal olgusuna kendilerine özgü renkler katmışlardır.
Alevi-Bektaşiler bu durumda bir bozulma görmezler, zira inançları değişime açıktır. Tam tersine bu durum onlar için bir zenginleşme yoludur…”(6)1376 yılında Isfahan’da başlayarak Anadolu ve Balkanlar’a yayılan Hurufilik, batıni ekoller içinde, kentli nüfusu en fazla etkileyenlerden biri oldu. Kuran, sünnet gibi kaynaklara dayalı ortodoks İslam’ı derinden sarsan Hurufilik, insanı öne çıkardı.
1) Hurufilik Metinleri Kataloğu” ve “Fadl Allah Hurufi” adlı eserler, Abdülbaki Gölpınarlı.2) “Şakayık-ı Numaniye”, Taşköprülüzade.3)“Kaşif el-Esrar”, İshak Efendi.4)Aziz Jean İncili.5)“100 Soruda Tasavvuf”, Abdülbaki Gölpınarlı.6)“Sabah Rüzgarı”, Reha Çamuroğlu.”
“Hurufiliğin kurucusu olan Fazlullah, mezhebinin kurallarını Farsça olarak kaleme aldığı ve “Câvidannâme” ismini verdiği kitabında ayrıntılarıyla ama sembollerle dolu bir şekilde anlatır.
Mutlak gerçeği ruyasında gördüğünü iddia eder, sisteminin temelini Arapça’nın 28 harfine Farsça’ya mahsus dört harfin ilâvesiyle ve bu harfler arasındaki matematik ilişkiler vasıtasıyla geliştirir. Fazlullah’ın sistemi, en basit ifadesiyle şöyledir: İnsanın yüzünde yedi adet “hat” vardır ve bunlar iki kaş, dört kirpik ve saçtır. Doğumla vârolan bu özellikler, “anne hatları”dır. Erkeklerde “baba hatları” denilen ve ergenlik çağında ortaya çıkan bıyık, sakal, burun hattı ve dudak altı çizgisi de on dört adettir.
Toplamı 14 olan bu hatlar, çıktıkları yerlerin de ilâvesiyle 28’e, saçın ve dudak altındaki hatların da ikiye ayrılmasıyla 32’ye yükselir. 28 sayısı Arapça olan Kur’an’ın, 32 de Farsça Câvidannâme’nin yazılışında kullanılan harflerin sayısıdır. Fazlullah, temeli bu basit hesaba dayanan Câvidannâme’sinde daha sonra değişik matematik hesaplamalar yaparak dinle ilgili yeni kurallar koyacak ve aynı hesaplama biçimleriyle kâinatın geleceğinden sözedecektir. Bütün bu bilgilerin yazılı olduğu Câvidannâme’nin nüshaları asırlar boyunca defalarca imha edildi ama çok sayıda nüshası bugüne kalmayı başardı. “
” 1339’da Horasan’ın Esterabâd şehrinde doğan, 1394’te öldürülen Şihâbüd’d-Din Fazlullah Neimi’nin kurduğu bir sistem olarak değerlendirilen ve batıl tarikat adı ile takip edilen Hurufilik, varlığın birliği anlayışına esaslanan harf ile sese gizli anlam veren bir tarikattır.
Hurufizmin batını bir yol olması kurucusu Fazlullah Neimi’nin ilk şeyhinin batını olması ile de tastik edilmektedir. Tasavvuf anlayışının oluşmasında ve gelişmesinde büyük rol üstlenen bâtınilik rakamlara (aktif ve pasif kabiliyet, gökleri, yedi yıldızı, dört unsuru meydana getirmiştir) ve harflere (mesela kün kelimesinin yorumu) özel yorum vermiştir. Harflerin sırrını Bâtinilerden ve sonradan okuduğu Tevrat’tan, İncil’den ve İbn-i Arabi’nin eserlerinden öğrenmiş, kendisi bütün bu kaynaklara dayanarak yeni bir sistem oluşturmuştur. Harf-sayı münasebeti ve bunların insanda mevcut olması inancı Hurufizmin yeni bir tarikat gibi ortaya çıkmasını saklamış oldu.
Hurufilik Vahdet-i Vücud felsefesini benimsemiş, kâmil insan konsepsiyasını daha da geliştirmiş buna rağmen bazı tasavvuf anlayışına aşırı yorum getirmiş, bununla da sufi tarikatlardan çok farklı bir yol tutmuştur. Bu nedenle de Hurufizm yalnız din adamları tarafından değil de, tarikatların da büyük çoğunluğu tarafından kabül edilmemiştir. Yalnız biribirine çok yakın olan Bektaşiyye ile Safeviyye takip edilen Hurufilere kucak açmış, Hurufi düşüncelerini yayan ve özellikle Türkçe heyecanlı şiirler yazan şairleri ve düşünürleri savunmuşlardır. “
“Azerbaycan’da Hurufi MerkezleriKurucusunun İran’ı, Irak’ı gezmesine rağmen tarikatını 1386’da Tebriz’de kurmuş olması bu yeni sufi yolunun çok kısa bir zamanda Azerbaycan’da, İran’da, Anadolu’da, Suriye’de ve Orta Asya’da yayılmasına neden olmuştur.
Hurufilikte eskiden beri harfların sırrı ile ilgili pek çok kaynaktan yararlanılmış yeni ve orijinal bir sistem oluşturulmuştur. Hurufiliğin Azerbaycan’ın diğer iki büyük şehrinde – Bakü ve Şemahı’da tekkelerinin kurulması zamanı belli değildir. Ancak eskiden Bakü’nün Ateşperestliğin merkezi olduğu bilindiğinden buranın özel olarak seçildiği akla gelir.
Nitekim Şemahı da Azerbaycan’da Sasani sülalesinin son sığınağı olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Şemahı ve çevresinde Zerdüşt inançları ile ilgili bazı tapınakların kalması da dikkat çekmektedir.
İlk akla gelen şu ki Hurufilik merkezleri Fazlullah Nemi tarafından özel olarak seçilmiştir.
Hurufilik akidesinin bu merkezlerde gelişmesi Fazlullah Neimi’nin eserlerini burada yazması ve Hurufiliğin bu merkezlerden yayılması bütün bunların bilincli bir şekilde gerçekleştirildiği kanaatını doğurur.
Ahalisinin büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Şemahı’nın Azerbaycan’ın bütünlüğü yolunda Safevilerin mücadele anahtarına çevrilmesi de dikkati çekici bir husustur.
Hurufilik tarikatı doğal olarak üç büyük merkezden – Tebriz, Şemahı ve Bakü’den çevreye yayılmıştır.
Hurufizm, Fazlullah Hurufi’nin ölümünden sonra kısa bir süre Karakoyunlu devletinde etkili olmuşsa da cıkan bir isyan sonunda tarikat üyeleri cezalandırılmış ve Azerbaycan’dan tamamiyle sürülmüştür.
Yalnız Safevilerin hakimiyete gelmesinden sonra Hurufi şairleri ve düşünürleri takipten yakalarını kurtarabilmişlerdir. Orta Asya’ya giren Hurufiler orada ünlü Azeri şairi Şah Kasım Envar’ın ocağında faaliyet göstermişlerdir.
Kaynakların bir çoğu Şah Kasım Envarı Hurufi şairi olarak tanımlamaktadır. Anadolu’da da Bektaşi ocağına sığınan Hurufilerin varlıklarını sürdürdükleri bilinmektedir.
Hurufi merkezlerinden Tebriz, Bakü ve Şamahı’nın eskiden Zerdüşt inançlarının çok yaygın olduğu yerleşim yerleri olması Fazlullah’ın akide ve amaçlarına uygun düşmekteydi. Nitekim İslm dinini reforme etmeği amaçlayan Fazl Hurufi’nin, Bakü gibi önemini kaybetmeyen Ateşperestlik merkezine büyük dikkat verdiği bilinmektedir.
Bazı işaretlere bakılmış olursak önemli Hurufi eserleri de Bakü’de yazılmıştır, denilebilir. Bu merkezlerden Tebriz, Zerdüşt akidelerini unutması ile kayda değer. Hurufizmin ortaya çıktığı dönemde çok büyük ihtimalle Tebriz, Erdebil Ocağı’nın etkisi altında idi. Bu nedenle de Hurufilik kısa bir zamanda Tebriz’den Şirvanşahların önemli merkezlerinden olan Bakü’ye, oradan da bu devletin başkenti Şemahı’ya taşındı.
Erdebil Ocağı’nın baştan Şirvanşahlara düşman münasebeti bu iki heterodoks tarikatın ayrı ayrı amaç taşıdığına isbat olabilir. Nitekim Timur’un Azerbaycan’ı almasına kadar Şirvanşahların Hurufilere büyük saygı gösterdiği, onların hem Bakü’de hem de Şemahı’da fikirlerini serbest yaymalarına engel olmadığı kesin şekilde bilinmektedir. Hatta Timur’un oğlu Miranşah’ın Hurufileri takip ettiği bir zamanda Şirvanşah İbrahim’in Fazlullah’ı korumağa ceht gösterdiği de rivayetler arasındadır.
Anlaşılan şu ki Azeraycan’ın merkezinde Şirvanşahlar gibi Fars soylu bir devlet kurmuş bu sülale eski İran din ve inançlarından tamamiyle kopmamış, bunları gizlice devam ettirmişlerdir. İslamı yeni bir şekle sokmağa çalışan Fazlullah Hurufi ve taraftarlarının Şirvanşahlarla anlaşma içinde bulunması da dolayısıyla yukarıda söylenenleri tastik etmektedir.
Hurufilerin, katı dindar olan Timur ve oğlu Miranşah tarafından takip edildiği bir zamanda Safevi Ocağı bu Orta Asyalı cihangirden büyük saygı ve yardımlar görmekteydi. Şirvanşahların Safevilere düşman münasebeti Şeyh Cüneydin Şirvanşahlara saldırmasından çok önceler başlamıştı. Oysa aynı Şirvanşahlar Hurufilikten yararlanıp, Fazlullah’ın fikirlerinin yayılmasına yardımda bulunurdular.
Hurufizmin esas prensiplerinin ilk önce Azerbaycan’da, özellikle de Bakü’de bizzat Fazlullah Neimi tarafından ortaya konulduğu bilinmektedir. Hurufilik bir sistem gibi bu merkezlerin aracılığıyla Anadolu’ya yayıldığında Fazlullah Neimi’nin düşünceleri bu ikinci Hurufi merkezlerinde daha da ileriye götürülmüştür.
Fazlullah Neimi, bazı görüşlerini gizli şekilde söylemiş Cavidannâme’yi gizli bir bilim kitabına çevirmiştir. Cavidannâme’de ruhun varlığına, âhirete inanmamak gibi bir mesele söz konusu değildir. Hurufî tarikatının ileri gelenlerinden Nesimî’nin Divan’ında da Anadolu Hurufi merkezlerinde açık şekilde ifadesini bulan âhirete inanmamak gibi bir durum söz konusu değildir.”
Devam edeceğiz ..