Granikos havzası antik çağda önemli şehir devletlerinin bolluk bereket içinde yaşadığı topraklardı. Günümüzde Biga Çayının suladığı topraklar olarak da bilinen İda dağı eteklerinden başlayan Troas olarak da anılan bölgeydi.
Çanakkale Üniversitesi öğretim üyelerinden Reyhan Körpe[1] bir makalesinde bölgeyi şöyle anlatıyor:
“Troas bölgesinin önemli üç akarsuyundan biri olan Granikos ırmağı, iç Troas’ta Karesene bölgesindeki küçük dere ve çayların birleşmesiyle oluşur. Irmak, kuzeye doğru akarak Adresteia ovası içinden geçip, Priapos ve Harpagia kentleri arasından Propontis’e dökülür. Yaklaşık 80 km uzunluğunda ve 40 km genişliğinde bir alana yayılan Granikos havzası içinde günümüzde kuzeyden güneye doğru Biga ve Çan ilçelerinin büyük bir bölümü, Lapseki, Bayramiç ve Yenice ilçelerinin çok az bir kısmı yer almaktadır. “
İlkçağ tarihine ilgisi olmayanların kolaylıkla anlayamayacakları yedi antik yer isminden söz ediliyor bir paragrafta. Tarih bilgilerimizi yoklarsak Makedonyalı Üçüncü İskender’in Pers ordularına ilk mağlubiyeti tattırdığı Granikos Savaşı’nı hatırlayabilir miyiz?
Benim bildiğim kadarıyla okul tarih kitaplarında bu savaşa yer verilmiyor. Oysa Anadolu tarihi için çok önemli bir dönemde yapılan bir savaştan söz ediyoruz. MÖ. 334 yılında Makedon ve Pers orduları Granikos Nehri (Biga Çayı) kıyılarında karşı karşıya geldiler. Üçüncü İskender’in çok önem verdiği ve tanrıların isteğiyle başladığını söylediği “Asya Kampanyası” başlangıcında Altın Post’un peşinden giden Argonotların Jason’u gibi ordusuyla pentekonters (elli kürekli) gemilerle Hellespontos’u geçerek ayak bastığı Troyas. Zamanın Hellen tarihçilerinin ( Arian, Plutarch, Justinian ve Sicilyalı Diodorus) detaylı olarak anlattıkları savaşın yaklaşık iki yüz yıl süreyle Pers hakimiyeti altındaki Anadolu’nun siyasi haritasını önemli ölçüde değiştirdiğini söylemek mümkündür.
İskender’in 47 bin kişilik ordusuna karşılık Pers tarafının Giritli komutan Menon’un emrinde savaşa katılan Yunan paralı askerleri de dahil olmak üzere 20 bin süvari ve bir o kadar da piyade birliğinden oluşan 35 bin kişilik ordusunun olduğu söyleniyor. Pers komutanlar İskender’in Anadolu kampanyasından çok önceden haberdar oldukları için hazırlıklılar. Parasal zorluk içinde kıvranan İskender’in ordusunun giderlerini ancak bir ay daha karşılayabileceği bir durumda iken ganimet elde etmek üzere Troyas şehirlerine saldırmasından daha doğal bir şey olamazdı. Askerlerinin parasını ganimetle ödemeyi tek çıkar yol olarak gören bir kralın vereceği tek bir karar vardı. Savaşmak. Ne pahasına olursa olsun savaşmak.
Granikos nehrinin iki yakasında konuşlanan ordular savaşa tutuşurlar. İskender saldırıyı bizzat yönetmektedir. Merkeze yaptığı ani saldırı ile Pers komutanını gafil avlayan İskender bu savaşı kazanır. Böylelikle Asya’nın kapıları İskender’e açılmış olur.
Bugünkü adıyla Biga Çayı havzası acaba ne durumda?
Kazdağlarından doğan Granikos, kuzeye doğru akarak Marmara denizine dökülüyor.[2] Kocabaş Çayı olarak da bilinen Granikos yaklaşık 84 km yol kat ederek Marmara (Propontis) denizine Kara Biga’nın 3 km. doğusundan dökülüyor. Nehrin suları aşırı kirlenme sonucu canlıların yaşayamayacağı derecede zehir ihtiva ediyor. Üniversitelerin yaptıkları ölçümler bunu teyid ediyor fakat yetkili kamu kuruluşlarının özel sektörü arıtma tesisleri yapma konusunda ikna edemediği anlaşılıyor. Deri imalathaneleri, maden ve taş ocakları, tarımsal atıklar akarsulara deşarj edilmeye devam ediyor.
Türkiye’de “nehirlerin ıslahı” başlığı altında nehirleri betonlama projeleri arazi rantına yönelik olarak planlanıyor. Nehir yatakları betonlanarak daraltılıyor ve imara açılıyor. Bugün Marmara denizine sadece Çanakkale ili sınırları içinde 10 akarsuyun döküldüğü bildiriliyor. Bu akarsuların çoğu aşırı endüstriyel kirlilik ihtiva ediyor. Bugün Marmara denizinin müsilaj sorununun ana kaynağı bu kirli akarsulardır.
Makedonyalı İskender MÖ: 334 yılında Granikos nehrinin kıyısına geldiğinde büyük bir olasılıkla nehir suyu içilecek saflıktaydı.
Granikos Havzası esas itibariyle “Troas” bölgesi içinde sayılır[3]. Çanakkale ilinin oldukça büyük bir bölümünü kaplayan Anadolu’nun kuzeybatısındaki bölgeye MÖ 1. binde Troas adı veriliyordu. Güneyinde Aigai yani Ege Denizi, kuzeyinde Propontis adıyla anılan Marmara Denizi ve Hellespontos adıyla Çanakkale Boğazı, batısında ise Aigai ve Kazdağları, doğusunda Mysia bölgesi bulunuyordu. Kuzeyinde Aisepos günümüzdeki adıyla Gönençay ve Adramyttenos yani Edremit Körfezi de Troas bölgesinin sınırları içinde sayılıyordu. Bu bölgenin ilkçağlardan itibaren yoğun bir biçimde yerleşim gördüğü kırka yakın antik kentin bu bölgede yer almasından anlaşılıyor. Kentlerin bazılarının adları şöyle:
Abydos, Alexandria Troas, Parion, Lampsakos, İlion, Sigeion, Aiantheion. Abarnos, Arisbe, Antandros, Assos, Gargara, Hamaksitos, Neandria, Larisa, Lekton, Perkote, Sigeion, Skepsis, Thebe, Troia, Zeleia, Kebrene, Khrysa, Kolonai, Ophrynion., vb.[4]
Bu kentlerin her biri tarihsel bir öneme sahip. Ne yazık ki bölgede yaşayan insanların ve kamu otoritelerinin yüz yıllardır arkeolojik eserlere olan ilgisi sıfıra yakındır. O çok öğünülen ve gurur duyulan, dizilere konu olan padişahlar rüşvet alan danışmanları aracılığıyla arkeolojik eserleri batılı tüccar arkeologlara talan ettirmişlerdir. Her kazı yapmak isteyene ferman yazılmış, bulduğunun yarısı senin olsun prensibiyle örneğin Troya, Pergamon, Xantes, Perge, Olympos, Efes, Miletos, Assos, vb. gibi antik kentlerden batılı müzelere çok sayıda tarihi eser götürülmüştür. Bugün her ne kadar akademik çevreler, bu eserlerin çalındığını söylese de maalesef padişah fermanı ile, üstelik de kazıdan pay olarak verilen Pergamon Zeus Altar’ı gibi belirli bir bedel karşılığı satılan eserler vardır.[5] Her ne kadar bu iddialar “Yeni Osmanlıcılar” tarafından reddedilse de Alman hükümetinin ödediği bedel kayıt altına alınmıştır. Burada tipik bir paradoksla gerçekleri çarptırma faaliyeti söz konusudur. Siz padişah fermanı ile kazılarda bulunan tarihi eserlerin mülkiyetinin yarısını kazı yapana sözleşmeyle devredeceksiniz ve sözleşmeye “Taş çıkarsa sizin, altın çıkarsa benim.” İbaresini koyduracaksınız ondan sonra da bu sözleşmeyi ve fermanı inkar edeceksiniz. Devletlerin ve ilgili kurumların kayıtlarında bu konulara ilişkin belgeler vardır. Bu belgeleri arayıp bulacak ve kayıt altına alacak gerçek gazetecilere ihtiyaç vardır.
16. Asırdan itibaren Anadolu’nun bir çok yerinde batılı seyyahların keşifler yaptığı ve bu keşiflerini batılı coğrafya enstitüleri nezdinde itibar edildiği de bir gerçektir. Eserlerin çoğu bağış olarak batılı müzelere “ihsan” edilmiştir. “lhsan-ı şahene” veya “miisade-i mahsusa” ile eserler yurt dışına çıkarılmıştır. İngilizler, Almanlar ve Fransızlar eski “taşları” yörede yaşayan köylülere kağnılarıyla limanlara taşıtmışlar ve miizelerini doldurmuşlardır. Bu işlemlerin o günkü mevzuata uygun olup olmadığını belgelere bakarak söylemek mümkündür.
Osmanlı bürokrasisi nasıl topraklarında bulunan zengin petrol yataklarını keşfedemediyse antik kentleri de keşfetme bilgisine sahip değildi. Batının endüstri toplum yapısına geçişiyle hızlanan kültürel farkındalık Osmanlı’nın bağnaz dindarlığı ile kıyaslandığında ortaya çıkan gerçeklerden biri de eğitim kalitesidir. Tanzimat ve öncesi Osmanlı bürokratının kültürel eksikliği ciddi diplomatik ve ekonomik sonuçlar doğurmuştur.
Günümüz ulusalcı arkeoloji lobisi batılı arkeologların 16. Asırdan bu yana yaptıkları keşifleri ve eserlerini sudan sebeplerle eleştirip mağdur hamaseti batı karşısında duyulan aşağılık kompleksinin bir göstergesi olarak algılanmalıdır.[6] Giderek antik eserlerin bulunduğu bölgelerde yaşayan bölge insanı her şeyden önce bu arkeolojik eserlerle kendi arasında bir bağ olduğunu düşünmemektedir. Doğal olarak antik şehir kazıların bağlamında kendi çıkarının ne olduğunu düşünmekte ve eğer bir çıkarı yoksa göz ardı etmektedir. Bugün Granikos havzasında 108 köy yerleşimi vardır. Bu köylerin çoğu “göçmen” köyüdür. Osmanlı’nın her savaştan sonra kaybettiği topraklardan göç eden Müslüman ahalinin yerleştiği topraklardır buralar. Kafkasya, Balkanlar veya Kırım göçmenlerinin kurdukları köylerin geçmişi de en fazla yüz bilemedin yüz elli yıldır.[7]
Taşları görmeye gelen turistlerin bazı ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kendi imkanlarıyla yiyecek, içecek ve yöresel ürünlerin satışından gelir elde etmeyi uman bölge insanının “turist” algısı da yüzeyseldir. Taşları görmeye gelen yerli ya da yabancı turist “yolunacak kaz” olarak görülmektedir. İncik boncuk, dantel gibi hediyelik eşyaların yanı sıra sağlık açısından tartışılır şartlarda pişirilen gözleme ve yayık ayranı fahiş fiyatlarla turiste dayatılmaktadır. Antik kent girişlerinde önünüzü kesip dalgalar halinde gelen bu kalabalığı göğüslemek her baba yiğidin harcı değildir. Kamu müzecilik anlayışını değiştirip çağdaş seviyelere çıkartmadıkça bu hoyratlık devam edecektir. Kapıda bilet kesmekle yetinen kamu otoritesi bölge insanının sisteme dahil edilip daha sosyal bir müzecilik yapma imkanını göz ardı etmektedir. Tümüyle ortamdan koparılan bölge insanının antik kentler hakkında olumlu düşüncelere sahip olması da beklenemez.
Eğer Granikos (Biga Çayı) kıyısında bugün ölü balıklar yüzüyorsa, deri imalat ve mermer atölyeleri zehirli atık sularını Granikos’a rahatlıkla deşarj edebiliyorsa ve kamu idaresi buna şu ya da bu nedenle mevzuata aykırı olmasına rağmen göz yumuyorsa bu bölgede ne turizm ne de doğal yaşam etkinliği yapmak mümkün değildir. Klasik turizm olgusu içinde değerlendirilen deniz, kum ve güneşten faydalanma imkânlarının yanı sıra, kültür turizmi, ekoturizm, inanç turizmi, bitki ve yaban hayatı inceleme, trekking, Hiking vs. gibi turizm faaliyetlerinin, yetersiz kaldığı bir gerçektir.
Granikos havzasının arkeolojik veriler ışığında MÖ. 6000 yıllarından bu yana yerleşim gördüğü açıktır. Ayvacık ilçesi Bademli Köyü yakınlarında Coşkuntepe olarak bilinen alanda M.Ö. 6.000 yıllarına ait köy yerleşmelerinin izlerine rastlanmıştır.[8] Antik Çağda Troyas olarak adlandırılan Granikos havzası keşfedilmeyi beklemektedir.
[1] International Symposium of Propontis And Surrounding Culture, * Assoc. Prof. Reyhan KÖRPE, Çanakkale Onsekiz Mart University, Faculty of Science and Letters, History Department, Terzioğlu Campus, Çanakkale/TURKEY. E-mail: rkorpe@comu.edu.tr
[2] https://www.youtube.com/watch?v=MXBC0TIMtSA
[3] Troas: Anadolu’nun kuzeybatı kesiminde, Çanakkale ilinin büyük bölümünü kaplayan bölge. Adı, içinde yer alan ve antik çağın en ünlü kentlerinden biri olan Troia’dan gelir. MÖ 3. bin yıldan beri Troia’da oturan yerel beylerin yönetiminde olan Troas’ı MÖ 13. yüzyılda Yunanistan’dan gelen Akhalar ele geçirdi. MÖ 1200’lerde bölgeye Balkanlardan Trak kavimleri yerleşti. MÖ 7. yüzyılda Lidya Krallığının, MÖ 6. yüzyıldan sonra Perslerin denetimindeydi. Büyük İskender’in ölümünden sonra komutanları olan Antigonos I Monophtalmos ve Lysimakhos’un eline geçti. Seleukoslardan sonra Pergamon Krallığı ve sonra da Roma İmparatorluğu bölgeye egemen oldu. Bölgenin önemli kentleri başta Troia olmak üzere Zeleia, Priapos, Parion, Lampsakos, Arisbe, Abydos, Sigeion, Aleksandreia Troas, Neandreia, Khrysa ve Assos’tur.
Kaynak: https://www.arkeolojikhaber.com/haber-troas-bolgesi-7657/
[4] http://www.arkeolojidunyasi.com/bolgeler/troas.html
[5] https://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/wp-content/uploads/2017/08/Bayram-Bayraktar.pdf
[6] https://www.dokuzeylul.com/kultur-sanat/bergama-zeus-sunagi-h170581.html
[7] https://www.etnikce.com/biganin-etnik-yapisi-h357.html
[8] Biga_Yarimadasi_Nufus_Cografyası