web analytics

Toros sıra dağları denince akla Akdeniz bölgesi gelir genellikle. Oysa bu tanımı doğru kullanmak adına tarihsel süreç içinde bu dağlara verilen adlara da bir göz atmak gerekir. Batı, orta ve doğu Toros sıradağları tanımı da modern Türk coğrafyacıları tarafından sınıflandırma amacıyla verilmiş açıklamalar olsa da ne kadar geçerlidir bilmem.

 Bugün Türkiye’de coğrafya kitaplarında kullanılan dağ (oronymi) ve su (hidronymi) isimlerinin tarihsel süreç içinde geçerliliği  ne kadar doğrudur acaba? İki bin beş yüz yıl geriye gidip antik coğrafyacıların tanımlarına  baktığımızda Masyktos, Kragos, Anti Kragos gibi isimler karşımıza çıkmaktadır.

 Oysa günümüzde Bey dağları, Akdağlar ve Boncuk Dağları gibi dağ isimlerinin kullanıldığını görüyoruz. Eski Yunanca eserlerde sözü geçen Masyktos ‘un bugünkü Bey Dağları olduğu Prof. Dr. Sencer Şahin’in bir makalesinde etraflıca anlatılmaktadır.[1] Dr. Şahin, Patara Apollon Tapınağı’nın muhtemel yerinin neresi olduğunu araştırırken bölgenin oronymisi konusunda güçlü kanıtlar ileri sürer. Teke Yarımadası olarak anılan bölge yani Lykia bölgesinin tarihi coğrafyası tam olarak yazılmamıştır. Akademilerde yapılan tartışmalarda henüz net bir tablo ortaya çıkmamıştır. Belki gelecek kuşaklar bunu başarabilir. Anadolu tarihi coğrafyasını belirli dönemler itibariyle incelemek örneğin yer isimleri, coğrafi isimler gibi oldukça karmaşık yapıları daha kolay kavramaya yardımcı olabilir. Günümüzde akademilerde Anadolu tarihi dönemlerine şöyle bir bakarsak MÖ. 1200 yılık bir dönemde hangi siyasi, kültürel değişimlerin meydana geldiğini daha kolay anlayabiliriz.[2]  MÖ.1200 yıllarından itibaren kuzeyden gelen DOR kabileleri önünden kaçan İon’lar batı Anadolu kıyılarında yerleşmeye kent devletleri kurmaya başlarlar. Bu kentler arasında bugünkü adlarıyla tanıdık şehirler de yer almaktadır:

Klazomenai (Urla), Erythrai (Ildırı), Teos (Sığacık), Kolophon (Değirmendere), Lebedos (Gümüşsu/Ürkmez), Ephesos (Efes), Priene (Güllübahçe), Myos (Avşarköyü), Miletos (MiletBalat), Phokaia (Eski Foça).  

  • Arkaik Dönem M.Ö. 700 – 490/80
  • Klasik Dönem M.Ö. 490/80 – 330/20
  • Hellenistik Dönem M.Ö. 330/20 – 30

Antalya’nın sıcak günlerini düşünürsek Toros dağları ve vadilerinin binlerce yıldır bu bölgede yaşayan kültürlere “yazlık” görevi gördüğünü de söyleyebiliriz. Bugün bu topraklarda yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğu Osmanlı imparatorluk bakiyesi ya da Balkan, Kafkas ya da diğer bölgelerden göç edenlerden oluşuyor. Mübadele sonrası göç eden Rumların  köylerine kasabalarına yerleşen ahalinin ne kadar yerli ne kadar milli olduğu da tartışmalı. Bilindiği gibi mübadelede dini kimlik önem taşıyordu. Yıllar boyunca baskın din olan Müslümanlığı benimseyen nüfusun büyüklüğü de bilinmiyor kanımca. Nüfus sayımları yetersiz olduğu kadar etnik ve inanç aidiyeti sayıları da gerçeği yansıtmaktan çok uzak.  

Bugün bu topraklarda yaşayan ahalinin çok ciddi bir eğitim sorunu var. Eğitimi geleneksel olarak din eğitimi olarak kabul eden Osmanlı ahalisinin Cumhuriyet Türkiye’si nin eğitim hamlelerine de çok sıcak bakmadıklarını biliyoruz. Kapalı köy ve mera alanlarında aile, kabile, aşiret içlerine sıkışıp kalan nüfusun büyük çoğunluğunun eğitim olanaklarından yararlanmak gibi bir gayretleri de olmamıştır. Son elli yılda da oy devşirip güç toplamaktan başka ideolojisi olmayan siyasilerin dini referanslarla yaklaştıkları çoğunluğun çağdaş eğitim yolundan değil de dini eğitimden tarafa yöneldikleri açıkça görülmektedir. Arapça dilinde icra edilen dini ritüellerin ısrarla Türkçeye çevrilmesine karşı çıkan “ulema” kesiminin ulu rahipler geleneğini sürdürdükleri de söylenebilir. Kuran kursları, İlahiyat okulları, vb. çatısı altında verilen ezbere dayanan eğitimin ne kadar verimli sonuçlar vereceği ise bellidir. Cumhuriyet Türkiye’si çoğunluğu oluşturan “taşra lümpen  kültürü” nün etkisine girmiş kilit noktalara yerleştirilen dinbaz bürokratlar aracılığıyla eğitimli vatandaşını cezalandıran bir taşra devletine dönüşen sistem her geçen gün daha da faşizme doğru kaymaktadır.

Toros dağlarının sahipsiz yaylaları ve ormanları son elli yıldır liyakatsiz devlet yöneticilerinin iki dudağı arasından çıkacak emirlerle muazzam bir yok oluşun içine girmiş durumdalar.  İlk sivil itaatsizlik eylemlerinden biri olan “Fırtına Hareketi” Maden, taş ocakları ruhsatları havada uçuşuyor. Tam anlamıyla yok pahasına yağma edilen hazine arazileri kimsenin umurunda değil.

Antik kaynaklar bu coğrafyada birçok siyasi birliğin gelip geçtiğini anlatır. Dağ ve akarsu adları da bu değişimlere göre farklılık gösterir. Bölge coğrafyasının  en önemli antik kaynağı olan  “Stadiasmus Patarensis. Itinera Romana Provinciae Lyciae,” Kragos dağlarından ve Xantos vadisinden söz eder. Kragos ve sekiz zirvesiyle bugünkü Aladağlar tanımının örtüştüğünü söylemek mümkündür. Uyluk Tepe olarak günümüzde adlandırılan 3 bin metre üzeri zirve etrafında yedi zirve daha bulunmaktadır. Bu tanımla da Kragos günümüzdeki Aladağlar olarak antik literatürde yerini almıştır.  Strabon da eserlerinde Kragos eteklerindeki vadilerden ve zirvelerden söz eder.[3]

 Antik kent devletleri tarih boyunca siyasi birliklerini ve kimliklerini uzun süre koruyamamışlardır. Krallıklar dönemi çalkantılar içinde sürüp gitmiş, göçle Anadolu dışından gelen kavimler savaşarak doğal kaynaklar üzerinde hak iddia etmişlerdir. Göçle gelenler ya galip gelmiş ya da yenilerek asimile edilmişlerdir. Göçle gelenin inanç sistemi  yerel inançlarla karışıp yeni sentezler ortaya çıkmıştır. Akdeniz bölgesi tarihi coğrafyasını inceledikçe yeni tanımlar yeni bilgiler ortaya çıkmaktadır.

Benim gezip gördüğüm kadarıyla Masyktos (Beydağları) yani Beydağları çevresinde bulunan zirveler şunlardır: Kızlarsivrisi (3070 m.), Kartal Tepe (2629 m.), Hamaylı Dağı (2614 m.), Uzungeriş Tepe (2089 m.), Çağıldağı Tepe (2043 m.), Karlık Tepe (2089 m.) ve Özdemir Tepe’dir (2018 m.).

Kragos (Aladağlar) ya da Anti Kragos (Boncuk Dağları) etrafındaki yüksek tepelerin de tespitiyle daha kapsamlı bir tablo ortaya çıkarmak mümkündür. Akdağ, Yumrudağ, Karadağ, Erendağ, Tezekli Dağı ve Elbis (Salurtepe Dağı) Dağı bunlardan bazılarıdır. Kragos vadilerinde bugün yaşayan insanların geçmişi konusunda tartışmalar yapılmaktadır. Her ne kadar siyasi olarak bu coğrafyada yaşayanların geçmişi yüz yılla sınırlı olsa da demografik araştırmaların sağlıklı olarak yapılmadığını söylemek gerekir.   Osmanlı sonrası değişen modern dünyada Lozan anlaşmasıyla belirlenen bu topraklarda yaşayan insanların ekonomik göçlerle ya da zorunlu göçlerle  bu topraklara geldikleri yerel halkla karıştıklarını birçok yerde gördüm. Osmanlı imparatorluk topraklarına yerleşen ve yaşamlarını sürdürmek için doğayla mücadele edenlerin kültürünü  benimseyemedikleri bu topraklarda geçici olarak iskan edildikleri ve ilk fırsatta başka topraklara göç ettikleri biliniyor.

Son yıllarda savaşlar ve ekonomik nedenlerle büyük ölçüde göç alan bu topraklarda yeni “milli ve gayri milli” hatta etnik  siyasi oluşumların ortaya çıkmayacağını kimse garanti edemez. Son yirmi yılda doğu ve orta doğu ülkelerinden Anadolu’ya ciddi sayıda düzenli ya da düzensiz göç gerçekleşti. Başta İran, Suriye ve Irak olmak üzere Afganistan, Pakistan ve diğer Müslüman ülkelerden tahmini olarak yaklaşık 10-15 milyon insanın (çoğu genç erkek) göç ettiği bazı çevrelerce ifade ediliyor.

Bu çok ciddi bir nüfus hareketidir. Hangi nedenle olursa olsun Anadolu nüfus yapısına ilişkin  ciddi bir nüfus hareketinin gerçekleşmekte olduğu ve önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde bunun sonuçlarının gerek  siyasi gerekse de kültürel ve ekonomik alanlarda  ağır problemlere yol açacağı kaçınılmazdır. Bu zaten son 2 bin yıllık kan, savaş ve acı dolu Anadolu tarihi coğrafyasının tekrarından başka bir şey değildir.

Kragos dağları vadilerinin arasında günümüzde yayla olarak kullanılan bir çok yer var. Bugünkü adıyla Girdev Gölü ve yaylası da bunlardan biri.  Likya krallıklar döneminde Kragos Xanthos Vadisi’ndeki zengin tüccarların  yaz aylarında Girdev’e göl kıyısındaki yazlık çiflik ve bağ evlerine göç ettikleri  gölün kuzey ve batısında bulunan antik taş bloklar ve semender lahit kapakları doğrular niteliktedir. Blokların bazılarının kapakları aslanlı lahitlerle süslenmiştir. Bölgenin birkaç noktasında yıkık ev ve sur kalıntıları da vardır. Göl ve civarının  yaz aylarında ölçülen 15-20 derece santigrat sıcaklık ortalaması  sahil kentlerinde yaşayan hali vakti yerinde insanlar ve hayvancılıkla uğraşanlar için çok değerli bir seçenektir. Günümüzde de özellikle hayvancılık, arıcılık, yayla sebzeciliği ve meyveciliği yapanların tercih ettikleri bir yer olma özelliğini taşıyor.

Girdev Gölü’nü yıllar önce bir doğa trekking grubuyla ziyaret etmiştim. Girdev Gölü’nün batısındaki tepelerden 464 metre yükselerek sekiz kilometrelik bir mesafeyi yürüyüp Baranda Gölü’ne inmiştik. 2323 metreden gölün manzarası doyumsuzdu. Mayıs  ayıydı ve karlar daha tümüyle erimemişti. Muhteşem bitki ve çiçek çeşitliliği yaban hayvanları ve kuş türleri hemen bölgenin çok özel bir doğa alanı olduğunu  belli ediyordu.

Yüksek tepelerin sırtlarından yürüyerek bir vadiden diğer vadiye   gitmeye “kılçık geçişi” adını verenler var. Ama benim bildiğim kılçık geçişleri çok dar (tehlikeli) patikalardan yürüyerek bir tepeden diğerine geçiş için kullanılıyor. Aladağlar’da örneği bol. İp çekmeden geçişlerde kazalar kaçınılmaz. Bizim geçişimiz tehlikesiz ama kaya yapısı itibariyle zordu. Keskin kireç taşları yumuşak tabanlı bot giyenlerin canını yakıyordu. Girdev Gölü’ne gidip kamp yapma isteğimin en önemli nedenlerinden biri de daha önce her ne kadar bir doğa grubuyla  yapmış olduğum ilk ziyaret sırasındaki izlenimlerimse de yeterli zamanı bulup göl ve yaylayı yeterince tanıma fırsatı bulamayışımdı.

 İkinci olarak Antalya sıcağından kurtularak yayla havası almak daha da önemlisi İstanbul’dan uzakta solo kamp yapıp biraz düşünmek istiyordum. İstanbul’dan uzaklara gitme isteğimin belirli bir altyapısı son birkaç yılda oluştu. Deprem riskinin yerel ve genel yöneticiler tarafından “hafife” alınması kentin sonunu hazırlıyor bence. Kentin sahibi belli değilse de yine de belirli güç çevreleri var.  Büyük bir depremde sanırım İstanbul çok ağır kayıplar yaşayacak. Bu kayıpların tarifi akademik olarak birçok bilim adamı tarafından açıklandı. Özellikle 99 depreminden sonra hazırlanan raporlar, yönetmelikler ve tedbirler uygulanmadı. Bilinçli olarak mı uygulanmadı yoksa işin içinde başka hesaplar mı var bilemem ama DASK adı altında toplanan kaynakların nereye harcandığı sorusunun cevabı da yok. İstanbul artık bir yaşam alanı olmaktan öte trafiğiyle, kalabalığıyla ve şiddet eylemleriyle bir işkence alanına dönmüş durumda. Bu gidişatı yıllar önce gördüğüm için alternatif yaşam alanımı oluşturdum.  Antalya her yere çok yakın. Özellikle de dağlara ve yaylalara.

Sabah erken saatlerde yola çıktım. Korkuteli ve Elmalı üzerinden yaylalarda keşif yaparak Girdev yaylasına ulaştım. Göl kıyısında uygun bir kamp alanı  arayışım oldukça uzun sürdü. Göl zaten bana göre büyük ölçüde kurumuş. Göl ile ilgili teknik bilgilere ulaşmak çok zor. Belirli bir kaynakça var ama yine de çok önemli soruların cevabını bulamadım.

Örneğin:

  • Gölün yüzölçümü,
  • Gölün Derinliği,
  • Gölün jeolojik oluşumu,
  • Gölde yaşayan canlılar (balıklar, yosunlar ve diğer canlılar),
  • Gölde görülen kuş türleri,
  • Gölde bulunan düdenler,
  • Göl etrafında görülen endemik türler.

Göl hakkında bir çalışma başlatan yerel idarenin çalışma sonucu ile ilgili bir duyurusuna da rastlamadım.

      “Geçmişten Günümüze Her Yönüyle Girdev Yaylası” Projesi (seydikemer.gov.tr)

Seydikemer ve diğer kazalarda zaman içinde iskan etmiş olan yörüklerin yaz aylarında göç ettikleri yaylalar günümüzde artık konutlaşma, rant devşirme aracı haline gelmektedir. Yaylalara elektrik bağlanması işlemi hızla yapılaşma sürecini de beraber getiriyor.  Girdev Yaylasına, asırlardır oraya göç eden Girdev Yörüklerinin karşı çıkmasına rağmen 2013 senesinde elektrik bağlanmış ve bu olay neticesinde hızlı bir konutlaşma süreci başlamış. Son beş yıl içerisinde ağaç yayla evleri yerine prefabrik plastik yapılar oturtulmaya başlamış. Çok çirkin görünümlü yapılar her yeri sarmış durumda. Anladığım kadarıyla da gölün kıyısında tarım yapılmaya başlanmış. Hayvancılık terk ediliyor yavaş yavaş. Daha karlı olan tarım yapılıyor yaylalarda. Mevsimine göre  dikilen meyve ağaçlarını, sebze bahçelerini sulamak için göl kenarına pompalar konmuş. O belgesellerde görülen develer ve atlarla yapılan yörük göçleri artık bir hayal. Yakın kasabalarda oturanların yazlık evlerinin çoğaldığı göl manzaralı modern evler giderek çoğalacak. Henüz tepelere villalar yapılmaya başlamamış ama kısa sürede o aşamaya geçileceğini de söylemek mümkün. Yaylada yeri olanlar para kazanmak için yaratıcı çözümler üretiyorlar. Kamp alanları çoğalıyor. Çadır kurmanın bedeli geceliği 150-200 tl. Tuvalet ve su imkanı sağlıyor, dileyene bedeli karşılığı kahvaltı, kavurma, içki veriyorlar.

Ben herhangi bir kamp alanına değil de bana önerilen gece fotoğraf çekebileceğim sakin bir yere çadır kurdum. Söğüt ağaçlarının ve gözelerin olduğu alana. Hafta arası olmasının avantajıyla sakin bir gece geçirdim. Göle kamp ve piknik yapmak amacıyla gelenlerin bıraktıkları çöpler dikkat çekici. Bu sadece bu gölde değil her yerde böyle. Eğitimsiz Türk çöpünü bırakıp gitmeyi marifet sanıyor.


[1] (99+) Kragos Oros, Titanis Petra ve Patara Apollon Tapınağı. Lykia’nın Tarihi Coğrafyasına İlişkin Bir Lokalizasyon Denemesi | Sencer ŞAHİN – Academia.edu

[2] “Tarihin iki öğesi vardır: zaman ve mekân. Zaman kavramı kısaca kronoloji olarak da tanımlamamız mümkündür. Kronoloji sayesinde olayların sırasını ve bunun sonucunda tarih için vazgeçilmez olan neden-sonuç ilişkisini doğru bir şekilde oluşturmamız mümkün olabiliyor. Diğer bir şekilde söyleyecek olursak tarihi tam anlamıyla anlayabilmek için tarihin meydana geldiği yeri, yani coğrafyasını iyi bilmemiz ve onun olaylar üzerindeki etkisini iyi hesaplayabilmemiz gerekir.” Kaynak:  Metin Alpaslan  

[3] H. Saraçoğlu, Akdeniz Bölgesi, İstanbul 1968, 178 = agy., Akdeniz Bölgesi, İstanbul 1989 (1968 baskısının biraz değiştirilmiş yeni baskısı), 190: resmi Türkiye haritalarındaki isimlerden biraz farklı da olsa kendisi toplam olarak sekiz zirve ismi saymaktadır: Atkuyruksallamaz, Oylu, Göklen, isimlerini vermediği üç tane tepe ile Gevenli ve Kargallı.

Girdev

Post navigation