web analytics

Azdavay Küre Dağları milli park giriş levhalarının bulunduğu yerde yol ikiye ayrılıyor. Düz devam ederseniz 6 km. sonra Çatak kanyonu seyir terasına varıyorsunuz. Sağa levhalara doğru dönerseniz sırasıyla Loc vadisi, Aydos kanyonu, Kızılcasu, Kılıçlı Mağarası, Cide, Zümrüt Ekoköy. Çatak vadisinin öbür yanına doğru giden köy yolları.

 Çatak kanyonunun sona erdiği Nalbantoğlu mevkiine ulaşan toprak yol. Geçen gün Adanalı çocuğun babasının çok güzel diye tarif ettiği Cide dağ yolu. Seyahat öncesi yaptığım araştırmada Loc vadisi ve Aydos kanyonunu da not etmiştim. Nilgün Zümrüt Ekoköy’ ü görmek istediğini söyledi. Köyde yapılan bazı etkinliklere geçtiğimiz yıllarda kız kardeşi katılmış. Çok ilginç bir köymüş.  Zümrüt Ekoköy için ayrı bir levha yapmışlar. Nihayetinde bölgeyi keşfetmeye gelenler olarak bu dağ yollarını görmemizin faydalı olacağını düşünüp sapıyoruz.

Toprak yol döne döne vadi tabanına kadar iniyor. Devrekani çayını oluşturan derelerin toplandığı havzalar buralar. Çalça, Serpun, Yumucak, Toka, Akçay, Kanlıdere vadileri. Döne döne iniyor, döne döne çıkıyoruz. Bölgenin selden ne kadar zarar gördüğü kolaylıkla anlaşılıyor. Bu vadilerde insanlar dere yataklarına konut yapmamışlar. Bağ bahçe kurulmuş. Onlar da selin getirdiği molozlar altında kalmışlar. Doğanın gücünü burada çok bariz bir biçimde görüyorsunuz. Şakası yok. Bozkurt’u düşünemiyorum bile.  

Yaklaşık bin beş yüz metre irtifaya kadar çıkıyoruz. Vadi yamaçlarında ahşap yayla evleri, geleneksel tahıl ambarları  dikkat çekiyor. Yol kenarlarında kesilen ağaçlar istiflenmiş. Bu çok alışıldık bir görüntü. Büyük çapta ağaç kesimi yapılıyor her yerde. Sanki birileri çıkıp “Ne varsa yoksa bulduğunuz ağaçları kesin.” Emri vermiş gibi nereye gitsek bu orman katliamını görüyoruz. Sözüm ona buralar korunan milli park statüsünde. Orman bakanlığının web sitelerinde buralar Milli Park olarak geçiyor. PAN kapsamındadır diye not düşülmüş. Ne demek acaba?

Araştırıyorum. PAN İngilizce üç kelimenin baş harflerinden oluşuyor. “Protected Area Network” Türkçe söylersek: Korunan alan ağı. Araştırdığımızda şu izahatla karşılaşıyoruz:

  “IUCN 1994[1] yılı tanımına göre korunan alan: Özellikle biyolojik çeşitliliğin, doğal ve bununla ilişkili kültürel kaynakların devamlılığının sağlanmasına ve korunmasına hizmet eden, yasal veya diğer etkili yollarla yönetimi gerçekleştirilen karasal ve/veya denizel alanlardır.”[2]

Iğdır Üniversitesi bu konuda yaptığı araştırmada bir rapor da yayınlıyor. Alıntı yapalım:

“IUCN 2008 yılında güncellenen tanıma göre korunan alan: Doğanın ve ilişkili ekosistem servisleri / hizmetleri ve kültürel değerlerin uzun vadeli korunması amacıyla açıkça tanımlanmış coğrafi sınırları olan, tanınmış, adanmışlık içeren ve yasal veya diğer etkin yöntemlerle yönetilen alanlardır.

Yapılan çalışmalar ve dünyadaki koruma deneyimleri gösteriyor ki korunan alanların ekonomik, ekolojik, kültürel ve sosyal birçok faydası bulunmaktadır.

1 – Yaşam alanları tehdit altında olan bitki ve hayvan türlerine güvenli sığınaktırlar.

2 – Birçok ana besin kaynağına (bitkiler, balıklar ve tıbbi bitkiler) ev sahipliği yapan yaşam alanlarını korurlar ve desteklerler.

3 – Kültürel, mimari ve geleneksel yaşamların korunmasına katkı sağlarlar.

4 – İçme suyu kaynağıdır. 

5 – Ekonomik destek ve iş olanağı sağlayarak yoksullukla mücadelede en önemli araçlardan biridir. 

6 – Fırtına, taşkın ve kuraklığa karşı engel ve tampon bölgeler oluşturarak doğal felaketlerin etkilerini azaltırlar.

7 – Sürdürülebilir kalkınmanın en başarılı örneklerinin uygulandığı örnek yerlerdir.

8 – Katılımcı karar verme ve yönetim anlayışıyla en iyi yönetim modellerini ve örneklerini sunarlar.

9 – Dinlenme olanakları sunan yerlerdir. 

10 – Çatışmaların çözümünde önemli araçlardır. 

Ülkemizin ev sahipliği yaptığı biyolojik çeşitlilik değerleri farklı koruma alanı statüleri ve farklı kanunlarla koruma altındadır. Bu koruma statülerinin bir kısmı ulusal mevzuata göre, bir kısmı da uluslararası sözleşmelere dayanarak oluşturulmuştur. 

Ülkemizde yasal mevzuatla korunan alanlar; Milli Parklar, Tabiatı Koruma Alanları, Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları, Yaban Hayvanı Yerleştirme Sahaları, Tabiat Parkları, Tabiat Anıtları, Sulak Alanlar, Ramsar Alanları ve Özel Çevre Koruma Bölgeleri’dir. Ülkemizde yasal mevzuatla korunmayan ancak sivil toplum kuruluşları ve doğa koruma stratejisi olan derneklerin çalışmaları sonucu belirlenmiş Önemli Bitki Alanları (ÖBA), Önemli Kuş Alanları (ÖKA), Önemli Doğa Alanları (ÖDA) vb. önemli alanlar bulunmaktadır. 

Bu kapsamda Iğdır il sınırlarında yer alan Ağrı Dağı Milli Parkı, Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan olan Aras Karasu Taşkınları ile Önemli Doğa Alanları, Önemli Bitki Alanları ve Önemli Kuş Alanları kapsamında değerlendirilen Aras VadisiAğrı Dağı ve Iğdır Ovası başlıca zenginliklerimizdir.”

Kastamonu Üniversitesi Orman Fakültesinde bu konuda yayınlanan bir makalede Küre Dağları Milli Parkının  2012 yılında “PAN PARKS” sertifikası aldığı belirtiliyor. Ayrıca UNESCO tarafından 2013 yılında yapılan yeni biyosfer rezervleri belirleme çalışmalarında Küre Dağı Milli Parkının sınırlarına komşu Kartdağı Yaban Hayatı Geliştirme Sahasının da parka dahil edilme aşamasında olduğu ilave ediliyor. Kastamonu İli sınırları içindeki çeşitli statülerde korunan alanlar Kastamonu ili ormanlık alanının % 9,74’üne denk gelmektedir. Bu alanlar Kastamonu il genel alanının %0,66’ini oluşturmaktadır. Türkiye’deki korunan alan miktarı genel alanın %7,24’ü kadardır.[3] Bu da çok büyük miktarda doğal alanın korunmadığını görüyoruz.  

Dağ yolunda ilerlerken yerleşim olan bölgelerde doğanın nasıl tahrip edildiğini yerleşim olmayan yerlerde ise doğal alanın tüm güzelliğini koruduğunu görüyorum. Türkiye cumhuriyeti artık çağdaş uygar ülkelerin liginden koptu. Orta doğunun cehalet ve sahtekarlık dolu bataklığına her geçen gün biraz daha gömülüyor. Hiçbir kural tanımayanların bir araya geldiği ve kendilerini destekleyen kişileri sorumlu mevkilere seçtikleri bir bozuk düzen sürüp gidiyor.  Türkiye’de uluslararası standartların sadece kağıt üzerinde gösterme amaçlı kullanıldığını düşünüyorum. Sorumlu mevkilerde bulunanlar yüzsüz bir şekilde sırıtıp sanki kurallara uyuluyormuş pozu veriyorlar. PAN ilan edilen bir yerde nasıl düz kesim yaptırırsınız? Hiç utanma duygusu yok mu?   Bu standart ve akıl dışı uygulamaları her yerde gördüm. Koruma alanında düz kesim ağaç katliamı yapılıyor, ama PAN sertifikası var. Cittaslow sertifikası almış kasabalara gidiyorsun trafik sıkışıklığından gürültü ve çöp dağlarına kadar her türlü standart dışı uygulama yapılıyor. Belediye kasabanın çöpünü orman içi alanlara döküyor ama Cittaslow sertifikası almış. Dere yataklarına konut yapıyor ama imar ruhsatı veriyor.  Tüm kasabayı salyangoz bandrolleri ve pankartlarıyla donatmış. Bunları görenler sanki standart dışılığı görmeyecek sanıyorlar. PAN sertifikası almış bölgelere ve orada özgürce akan akarsulara her türlü sanayi  atığı boca ediliyor. Özet olarak her şey göstermelik. Bu yalanlara acaba kim inanacak? Fakir ve cahil halk ise işine geldiği için susuyor. Bir gün sıra ona da gelecek diye bekliyor. Halk  artık her şeye göz yumacak hale geldi.

Şimdi Zümrüt Ekoköyüne gittiğimizde acaba ne gibi anomaliler göreceğiz diye merak ediyorum. Toprak yolun sağ tarafında kar birikintileri beliriyor. Yükseldikçe kar artıyor. Bazı yerlerde kar atıştırıyor. Yolun sathı iyice bozuluyor. Güçlükle ilerliyoruz. Çok çamur var. Göknar dalları karla kaplı. Kayın ağaçları yapraklarını dökmüş, dallarda tek tük sarı altın rengi yapraklar var. Yağan karla düşen kayın yaprakları birbirine karışıyor. Sanki gökten altın yağıyor gibi görünüyor parlayan güneş ışıklarıyla. Tüm vadiyi gören bir aralıkta aracı durdurup o muhteşem doğa olayını izliyoruz. Aşağıda sonbahar renkleriyle sisler arasında karma orman uzanıp gidiyor.  Rüzgarla savrulan kar taneleri kayın yapraklarıyla karışarak yere düşüyor. Sanki altın kaplamalı bir yol önümüzde uzanıp gidiyor.  Birden yolun sol tarafında bir ayı beliriyor. Bir boz ayı. Bizi fark edince durup bize bakıyor. Bir süre bakışıyoruz. Sanki o an zaman duruyor. Ayının gözlerini ve gri burnunu görüyorum. Fotoğrafını çekmek için hareket etmeye korkuyorum. Büyük bir olasılıkla fotoğrafını çekmeden kaçıp gidecek. Çok kısa bir an durakladıktan sonra hızla dönüp ormanın derinliklerine doğru kaçıyor. Azdavay’ın yaban hayatıyla da kısa bir an da olsa tanışmış oluyoruz. Büyü sanki bozuluyor. Kar yağışı da duruyor. Cide yol ayırımına geliyoruz. Sağa giden yol levhasında Cide, Aydost Kanyonu, Loc Vadisi yazıyor. Soldaki levhada ise Zümrüt. Bir kilometre sonra Zümrüt köy meydanına geliyoruz.

Çamurlara saplanmış bir kamyonu yolun kenarına çekmeye çalışan  iki traktör görüyoruz. Traktörün sürücüsü yanımıza yaklaşıyor. Selamlaştıktan sonra ona neden geldiğimizi anlatıyoruz. Ekoköyün nerede olduğunu soruyoruz. Köyü göstererek. “İşte burası Zümrüt Köyü” diyor. “ Şurada ilerde pazar yerinde durun da bir çayımızı için.” Diye ilave ediyor. Caminin ilerisinde bulunan açıklığa Pazar yerine aracımızı park ediyoruz. Manzarası doyumsuz. Karlı sonbahar renkleri her yerde. Pokut’a benzetiyorum. Tepenin üzeri traşlanarak Pazar yeri haline getirilmiş anlaşılan. Seyir terası gibi bir açık alan oluşmuş. Zamanla da çimenle kaplanmış.  Tüm vadi görünüyor. Birkaç tane piknik masası ve ocak göze çarpıyor. Üstü karlarla kaplı bir masa etrafında oturuyoruz. Birkaç kişi daha geliyor. Kırk kırk beş yaşlarında olan traktör sürücüsü konuşuyor hep. Diğerleri dinliyor.

 “Benim adım Ali. Doğma büyüme bu köydenim. Eko köy burası işte. Buralar milli park ilan edilince geçimimiz kalmadı. Ormana girmek yasaklandı. Çoğu köylü göç etti. Burası çok tenhadır. Çok kar yağar. Yollar kapanır. Üç dört ay kardan yollar kapalı kalır.” diye başlıyor konuşmaya.

 Çaylarımızı içerken konuşuyoruz. Sorular soruyoruz. Diğerleri de sohbete katılıyor. Köyün köpekleri etrafımızda koşuşturuyor. Hava güneşli. Manzara harika. Sohbet ve çay şahane.

 Anladığım kadarıyla milli park statüsü gereği orman ürünlerinde kısıtlamalar yapılıyor. Yasaklar konuyor. Yaklaşık 60 orman köyü geçim sıkıntısına düşüyor. Doğa turizmi alternatifleri deneniyor. Küre Dağları Ekoturizm Derneği kuruluyor. Dernek Zümrüt köyde ekoturizm projesi uygulamasına başlıyor. Yerel ürünlerin üretimi ve paketlenmesi konusunda çalıştaylar düzenlemniyor. Yürüyüş yolları, atla gezinti yolları planlanıyor. Pansiyonculuğu teşvik ediyor. İki yıl süreyle bu projelere katılım köylüler, köy dışından ve yurt dışından olmak üzere yoğun bir biçimde sürüyor. Sanırım bir tür AB hibe projesi kapsamında bütçelendirme yapılıyor. Proje üç dört yıl sürüyor. Sonra birden bire her şey sona eriyor. Geriye Zümrüt Ekoköy tabelası kalıyor. Ali ve diğer pansiyon işletenler müşteri gelmediği için pansiyonculuğu bırakıyorlar. “Biz bittik artık.” Diyor. “Geçim yok.”

İyi niyetlerle başlatılan bu ekonomik faaliyet dizisi büyük bir olasılıkla hesap edilemeyen kültürel farklılıklar nedenleriyle, insanlar arasında var olan  husumet ve karşılıklı çekememezlik gibi yerel olumsuzluklarla  başarısızlıkla sonuçlanmış. Bölgede bir çok köyde pilot projeler denenmiş ama hiç birinde sürdürülebilir ekonomik bir faaliyet yaratılamamış. Ekoköy kavramını seyahat dönüşü biraz inceleme fırsatım oldu. Türkiyede bir çok yerde projelendirilen faaliyetleri bir alını yaparak açıklamaya çalışayım:                     

“Ekoköy (ecovillage) kavramı ilk kez 1930’lu yıllarda İzlanda’da kurulan Solheimar Eco-village ile kullanılmaya başlanmıştır. Ekoköylerin gelişimi ve ön plana çıkışları ise 68 hareketleri sırasında gerçekleşmiştir.  

Ekolojik köyler, genellikle, şehir yaşamındaki karmaşadan, kirlilikten, rekabetten ve yoğun tüketimden uzaklaşmak; şehir yaşamının sunduklarına ve dayattıklarına karşı doğayla uyum içinde yaşamak isteyen bireyler tarafından kuruluyor.

Ekoköyler doğayla iç içe, sürdürülebilir, özerk, kolektif ve üretken yaşamı destekliyor ve küresel ekonomik bağımlılığa karşı bir çözüm olarak karşımıza çıkıyorlar.

1995 yılında ekoköy girişimlerini desteklemek amacıyla kurulan Global Ecovillage Network (GEN), Kuzey ve Güney Amerika Ekoköyler Ağı (ENA), Asya ve Okyanusya Ekoköyler Ağı (GENOA) ve Avrupa, Afrika ve Ortadoğu Ekoköyler Ağı (GEN Europe) olmak üzere 3’e ayrılıyor.

Türkiye’deki ekoköyler ise, GEN Avrupa içinde yer alıyor. Ekoköylerde, bireyin, topluluk huzurunun ve refahının gerisinde bırakılmaması anlayışı hüküm sürüyor. Bireyler, yeteneklerine ve tercihlerine uygun olan işlerle ilgileniyorlar.

Ekoköylerde para yerine takas usulünün hakim olduğu bir alışveriş sistemi ya da paraya alternatif olarak geliştirilen bir değişim aracı kullanılıyor.

 Her evde ya da yaşam alanında elektrikli cihazlar bulunmuyor. Çamaşır makinesi ve buzdolabı gibi eşyalar ortak kullanılıyor. Bunların kullanımında ise kimyasal içeren temizlik malzemeleri değil, bunların muadili olan organik bileşimler kullanılıyor.” Burcu Tur Yüksel : https://10layn.com/10-maddede-ekokoy-nedir/

Bir çok yerde belediyelerin yapması gereken görevleri üstlenen kollektiflerin kurulması siyasi nedenlerle hoş karşılanmıyor olmalı ki bu projeler kısa vadeli oluyor.

Ekoköyler, dayanışmaya dayalı sade yaşama biçimi ile sosyal çevreyi birleştirmeyi hedefleyen bir anlayış üzerine inşa ediliyor. Bu bakımdan ekoköy oluşturmak Türkiyede çok zor. Bana kalırsa kültürel nedenlerle insanlar bu tür organizasyonlardan uzak duruyorlar. İmece usulü eski bir yöntem olmasına karşın günümüzde yadırganıyor. Bir uzmanın deyişiyle  permakültür, ekolojik mimari, yeşil üretim, alternatif enerji ve toplum oluşturma uygulamaları gibi birçok yöntemden faydalanmak gerekiyor.

Ekoköylerin tamamıyla kendi kendine yeten, yerküre ve tüm canlılarla uyum halinde yaşayan kentli ya da kırsal toplum insanlarından meydana gelmesi amaçlanıyor. Oysa son yıllarda köylerden kentlere yoğun bir göç dalgası yaşandı. Köylerde yaşayan kimse kalmadı. Bugün özellikle orta üst sınıfa ait ekonomik açıdan güçlü bazı aileler köylerde çiftlikler kurarak ekolojik tarım yapıyorlar. Bu tür girişimler ise ekoköy kavramından çok farklı bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Zümrüt köylü Ali’ye ve arkadaşlarına veda ediyoruz. Tekrar gelmeye söz veriyoruz. Cide dağ yoluna girmemizin çok riskli olacağını söylüyorlar. Yol yağan karla yumuşamış ve çamur deryasına dönüşmüş. Geldiğimiz yoldan geri dönmemizi öneriyorlar.

Teşekkür ediyor ve manzaranın tadını çıkararak yavaş yavaş dağların arasından geçerek Pınarbaşı asfaltına çıkıyoruz.

Bu yılın  sonbahar fotosafarisi de böylelikle noktalanıyor.


[1] Bitki ve hayvan türlerinin dünyadaki en kapsamlı Küresel Koruma durumu envanteridir. IUCN Kırmızı Listesi Uluslararası Doğal Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği tarafından sürdürülmektedir.

[2] Iğdır Üniversitesi, Biyoçeşitlilik Uygulama ve Araştırma Merkezi (BİYOMER)

[3] https://www.researchgate.net/publication/289540206_Kastamonu_Ilinde_Cesitli_Statulerde_Koruma_ve_Kullanma_Amacli_Belirlenmis_Alanlar/link/56902db308aec14fa557e374/download

Ekoköy Zümrüt

Post navigation