web analytics

Sonbahar fotosafarimizin son bölümünde Batı Karadeniz’in en ilginç yörelerinden birini keşfetmeye çalışacağız. “Bithynia” olarak bilinen coğrafyanın küçük bir bölümünü.  Bithynia coğrafi bir terim. Kuzeyde Zonguldak, batıda Kefken, Güneyde Eskişehir doğuda Gerede’ye kadar uzanan topraklara ilkçağda verilen ad. O çağlarda bu bölgede  yaşayan halk konusunda farklı görüşler var.

Biz  Düzce yaylalarına çıkacağız. Yaptığımız plana göre “Taşkesti” köyü yolundan ormanlık araziye doğru  sapıp yaylalara çıkacağız. Pürenli, Balıklı, Hera  ve diğer bitişik yaylaların bir çok fotoğrafını gördüm sosyal medyada. Doğa severlerin gözde kamp alanlarından bu yaylalar. Akşama kadar ne kadar keşfedebilirsek o kadar iyi. Haritalara bakıyorum da Düzce’yi çevreleyen dağların adları o kadar çeşitli ki akılda tutmak mümkün değil.

Dağların adları var, ormanların adları var, derelerin adları var. Ama bütün bu bilgileri ihtiva eden tek bir coğrafya haritası yok. İsimlerde tutarsızlık da var. Bu da bölgede yaşayan insanların dil ve kültür birliğinin ortak olmadığını gösteriyor. Göç alan bir bölge burası. Uzun yıllar boyunca göçler görmüş bu topraklar.   

Haritacılık hep askeri bir iş olarak görüldüğünden midir, yoksa beceri gerektiren bir iş olduğu için midir bilinmez ortada doğru dürüst bir harita yok. Kızıltepe, Orhan Dağı, Hacer, Hemşin, Dokuz Dağları, Saz ormanı, Derdan, Kavakbıçkı, çatalçam, sığırlık, Karaburun, Kadifekale, Karyağdı ormanları diye söz ediliyor ama tam olarak nerede bulunduklarını anlamak zor.  

Akkaya, Eftun, Hacer, Ağzı, Melen dereleri ve bu derelerin açtıkları vadiler keşfedilmeyi bekliyor. Melen ağzı çok sık duyduğum yerlerden biri. Sonra İstanbul’un su ihtiyacı için Melen suyu taşınma projesini duymuştuk. Uçsuz bucaksız bir coğrafya burada çok vakit geçirmek gerek. Düzce ile Akçakoca arasındaki alan karma orman yapısıyla dikkat çekiyor. Frenk seyyahların yaptığı gibi meraklı bir doğa grubuyla buraları gezip dolaşıp belki de “Likya Yolu” gibi, “Bithynia Yolu”, “Mitridates Yolu” haritaları ve parkurları çizmek lazım. Düzceli doğa dostları belki çalışmaya başlamışlardır bile. Ama ortada bir şey yok. Telefonların GPS kayıtlarıyla yön bulmaya çalışıyoruz. “Wikilock”  trekking programında da bazı bilgiler var. Doğa Yürüyüş rehberlerinden Erol Geygel’in bölgede yaptığı yürüyüşlerin detayları da çok faydalı:

“Pürenli Yaylası Düzce’ye 28 km mesafede olup rakımı 1.400 m’dir. Düzce, Efteni Gölü veya Güzeldere Şelalesi yolundan ulaşılabilen Pürenli Yaylası, doğanın coşkusunun renk cümbüşüyle kaynaştığı, su seslerinin kuş sesleriyle karıştığı bir yaylalar bütünüdür. Mudurnu ile sınır olan yayladan Abant’a, Odayeri Yaylası’na, Samandere Şelalesi’ne ve Kardüz Yaylası’na ulaşmak mümkündür. Pürenli Yaylası gençlik kamplarının da yapıldığı bir mesire alanıdır.”[1]

Aslında dağlar karma ormanlarla kaplı. Geniş yapraklı ağaçlarla iğne yapraklılar bir arada binlerce yıldır bir orman örgüsü oluşturmuşlar. Özel bir habitat. Endemik bir ekosistem. Kayın ve köknar  ağırlıklı ormanlarla kaplı. Bir zamanlar buralar “Terra Nullitus” olarak biliniyormuş. Yani kimsenin sahip olmadığı topraklar. Oysa bu topraklar için büyük mücadelelerin verildiğini biliyoruz.   

Burası “Bithynia”  toprakları. Sadece Düzce, Bolu, Gerede  demek yetmiyor.Bu isimlerin nasıl verildiğinin de ayrı  bir hikayesi var. Antik Çağ  tarihçilerinin yazdığı kadarıyla  M.Ö. 3. yüzyılın ortalarında Bithynia kralı Ziaelias tarafından ele geçirilen Cretia (=Gerede) ve Paphlagonia sınır bölgesindeki Bithynium (=Bolu) kentleri, Bithynia sınırları içinde idi. I. Prusias (M.Ö. 232- M.Ö.183) Herakleia sınırları içerisindeki Kieros ve Tieion’u Bithynia topraklarına katmıştır. Ardından Bithynia’nın sınırlarını Rhyndakos Irmağı (Kocaçay) ile Olympos’a (=Uludağ) kadar genişletmiştir.

 Karadeniz kıyısındaki Herakleia kentinin kültürel açıdan Paphlagonia veya Pontus bölgelerinden birine ait olması  daha uygun olsa da, bu kenti daha farklı bir yere koymak gerekir. Buraların coğrafyasını iyi tanımak ve bu coğrafyanın tarihini de bilmek gerekiyor.

 Bithynia M.Ö. 74 yılında Roma’nın kral (IV. Nikomedes’in varisi olmadığı için miras yoluyla devraldığı Anadolu’nun Hellenistik krallıklardan biridir. Anadolu’ya genişlemek isteyen Roma için bu bulunmaz bir fırsattır. Öte yandan  Pontus kralı VI. Mithridates bu oldu bittiyi kabul etmeyerek Roma’ya savaş açmıştır.  Neredeyse kırk yıl süren kanlı savaşlar  bölgede Roma’nın prestijini ciddi ölçüde sarsmıştır. Bu kırk yıllık direnişin hikayesi Akdeniz Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Murat Arslan tarafından doktora  tezi olarak yazılmıştır.[2]

 Roma Senatosu Pompeius’u VI. Mithridates ile savaşmak üzere Küçük Asya’ya göndermiştir. VI. Mithridates’i savaşla değil de rüşvetle kandırdığı akrabalarına katlettiren Pompeius bölgede yeni idari düzenlemeler yapmıştır. “Lex Pompeia” adı verilen bu düzenlemelere göre Pontus Krallığı topraklarının büyük bölümü Bithynia’ya dahil edilmiş ve Roma  Bithynia-Pontus eyaleti oluşturulmuştur. Bundan memnun olmayanların çıkardıkları isyanlar bitip tükenmek bilmemiştir.

Yeni eyaletin sınırları daha geniş olarak Pontus ve Paflagonia  topraklarını da içine alacak şekilde çizilmiştir. Eyaletin kuzeyinde Pontus Euxenius (=Karadeniz), batısında Hellespontus ve Rhyndakos  (=Kocaçay), güneyinde ise Sangarios (=Sakarya) nehri, doğusunda Paphlagonia, güneyinde Phrygia ve Galatia, batıda ise Mysia bölgeleri yer alıyordu.

 İlkçağlarda Dusae Pros Olypum adıyla bilinen Düzce’nin coğrafyası ve tarihi konusunda ne yazık ki yeterli bilgi yok. Anadolu’nun karanlık çağı gerçekten karanlık.

Bölgeyle ilgili çok az akademik çalışma var. Gazi Üniversitesi Yakınçağ tarihi hocalarından Prof. Dr. Zeynel Özlü’nün çalışmaları kent tarihçiliği konusunda sosyal, kültürel ve ekonomik bilgiler ihtiva ediyor ama Özlü’nün kaynakları tüm bilgiler 19. Yüzyılla sınırlı. Bilindiği gibi Osmanlı idaresinde bazı yörelerin idari kayıtları sınırlıdır. Yahudi Hahamları, Hıristiyan rahipleri her şeyin kaydını tutar ve saklarlar. Oysa Müslüman cami hocaları kayıt tutmazlar. Elde edilen kayıtların çoğu    19. Yüzyılda başlatılmış olması geçmişle ilgili bilgimizi sınırlamaktadır.  Geçmiş yüzyıllara ait kayıtların ne olduğu konusunda benim bir bilgim yok.

Mevcut resmi devlet kayıtları nelerdir?

  • Kadı sicilleri,
  • Vakfiyeler,
  • Esas Defterleri (1882),
  • Temettuat Defterleri (1840),
  • Salnameler (1847-1922),

Geriye doğru iz sürmek istersek ,bölgenin geçmişiyle ilgili  olarak daha farklı kaynaklara yönelmek gerekiyor. Antik kaynaklara bakarsak:

Heredotus, Ksenophon, Strabo, Ptolemaiou, Plinius, Scylax ve Arrianus,  Peutinger levhası, Antoninus levhası, vb. gibi bir sıralama karşımıza çıkar.

Scylax of Karyanda,   M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış Yunan gezgin ve coğrafyacıdır.  Karyanda’lı Skylaks’a atfedilen “Periplous (İskân edilmiş Avrupa, Asya ve Afrika Denizi’nin Çevresindeki Seyr-ü Seferi)” adlı coğrafi eser Karadeniz, Akdeniz ve Afrika sahillerindeki yüzlerce kentin tarihsel coğrafyası hakkında kısa, fakat yararlı bilgiler verir. Eserde Mariandynia’lılardan bahsedilirken bu halkın Paphlagonia’lılardan sonra geldiği ve burada bir Hellen kenti Herakleia (Kdz. Ereğli) ve Lykos Irmağı ile diğer bir ırmak olan Hypios’un (Melen çayı) aktığı belirtilir.

Strabon:  Anadolu’nun eski coğrafyasını yazan Anadolulu coğrafyacı, filozof ve tarihçi Strabo’nun kimi araştırmacılara göre M.Ö. 7 yılında, kimilerine göre M.S. 18-19 yılları arasında yazdığı 17 kitaplık “Geographica” adlı eseri, ilk seyahatname örneklerinden biridir. Strabo, Bithynia bölgesinin bu adı Traklar’ın akınından sonra, M.Ö. 7. yüzyıl öncesi bölgeye yerleşen Bithyler ve akrabaları Thynler’in adlarından aldığını  ifade eder.

 Gaius Plinius Secundus Roma dönemi yazar ve filozoflarından olan Plinius M.S. 23 ile 79 tarihleri arasında yaşamıştır. Bilim tarihindeki yerini “Naturalis Historia” adlı 37 kitaptan oluşan ansiklopedik çalışması ile almıştır. Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Küçük Asya’yı anlatan 5. kitabında günümüz Konuralp’inden Hypius dağı dibindeki Prusias (item altera sub Hypio monte – at the foot of Mount Hypius) diye bahseder.

 Klaudiou Ptolemaiou M.S. 2. yüzyılda “Geographika Hypegesis” adlı yapıtı ile tanınan coğrafyacı, gezgin

Memnon of Heraclea Yunan tarihçi Memnon’un (Ereğli’li Memnon) doğumuna, yaşamına ve kişiliğine ilişkin bilgiler yok denecek kadar azdır. Ancak yapıtı M.S. 1. ya da 2. yüzyıla tarihlenmektedir. Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi) Tarihi adlı eserinde M.Ö. 364 yılından M.S. 47 yılına kadar geçen tarihi olayları anlatır. Bithynia Kralı Prusias’ın günümüz Konuralp’ini ele geçirişi, Pontos Kralı Mithradates’in donanmasıyla Hypios ırmağı (Melen çayı) üzerinden Karadeniz’e nasıl çıktığını anlatır.

Lucius Flavius Arrianus Bithynia kökenli tarihçi, yönetici ve asker olan Arrianus M.S. 131 yılında Kapadokya eyaletine vali olarak atanmadan önce Karadeniz seyahati yapmıştır. Seyahatinin asıl amacı Pontus sınırındaki Roma garnizonlarını denetlemektir. Bu görevini deniz yoluyla gerçekleştirmiş,  gözlemlerini bir gezi yazısı üslubu ile kaleme almıştır. Düzce’nin denize olan kıyılarından geçmiştir. Notlarında Sakarya (Sangarios) ırmağı ağzı ile Melen çayı (Hypios) ağzı arasındaki mesafeyi 180 stadia (yaklaşık olarak 33 km), Melen ağzı ile Akçakoca (Lilaion) arasındaki (yaklaşık olarak 18 km), Akçakoca ile Aftun deresi (Elaion) arasındaki mesafeyi yaklaşık olarak 60 stadia (yaklaşık olarak 11 km) olarak vermektedir

 Tabula Peutingeriana (Peutinger Levhası) Tabula Peutingeriana Roma İmparatorluğu’nun yol haritası olup, Karadeniz’in sınırlarını gösteren tek eski haritadır. M.S. 1.yüzyıla tarihlenir ve o dönemin coğrafi, etnografik ve politik durumunu gösterir. 1465-1547 yılları arasında yaşayan Alman antikacı Konrad Peutinger tarafından 1507’de kopyalanarak çoğaltılmıştır. Bu harita Antikçağ’dan günümüze ulaşan tek güzergâh haritası olması nedeniyle çok önemlidir. Şu anda Viyana’da Avusturya Millî Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.

Bölgeyi anlatan ilkçağ yazarlarının coğrafya tespitleri özellikle eski adlar kullanıldığı için günümüzde kafa karışıklığı yaratmaktadır. İlkçağ yazarlarının tespitleri daha geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Öte yandan Frenk seyyahların Anadolu’ya gelişleri sırasında (17. Yüzyıldan itibaren) Bithynia bölgesiyle pek ilgilenmemiş daha çok batı ve güney Anadolu kıyılarındaki antik kentlere ilgi göstermişlerdir. Bu da bu coğrafyanın gerçek tarihinin henüz yazılmaya başlanmadığını gösterir. Batı Karadeniz bölgesi ormanlarının  krallıkların yakacak ve kereste ihtiyacını karşılamak üzere kullanıldığına ilişkin bilgiler mevcuttur.

Düzce ovası sıradağlar arasında kalıyor. Yüksek dağlar değil bunlar. En yüksek tepesi 1800 metre. Kaplandede dağı, Kırık dağları çepeçevre sarıyor ovayı. Düzce ovasının en önemli aktörü olan Efteni Gölü. Halk arasında mı artık bürokratlar mı gölün adını değiştirme gayreti var. Bir çok yerde  Melen Gölü olarak da bilinmektedir. Efteni efsanesi adı altında turist rehberlerinin uydurduğu güzel prenses Eftelya hikayesi var. Aynı hikaye bir çok yerde değiştirilerek, adapte edilerek anlatılıyor.  

 Düzce ovasının güney tarafında ovanın en çukur yerinde yer alıyor. Melen akar suyunun in birkaç kolunun birleşerek oluşturduğu, su kuş türlerinin barındığı önemli bir sulak alan Melen Gölü’nü esas besleyen Elmacık Dağı. Bizim çıkacağımız yaylaların bulunduğu dağ.  

 Efteni gölünü daha önceki seyahatlerimden birinde görmüştüm. Göl demek biraz zor. Bir bataklık, sulak alan demek daha doğru. Geçen yüzyılda yaygın olan sıtma hastalığının kaynağı olarak görülmesi nedeniyle gölün kurutulması için müdahaleler yapılıyor. Bu kurutma hikayesi ayrı tez konusu olabilir. Devlet yardımıyla kurutulan göller arasına Efteni Gölü’nü de ilave etmek gerekir.

Düzce depreminde (1999) gölün tabanı 4 metre çökmüş. Bu çökmenin tesiriyle ekosistemde bazı olumsuzluklar meydana gelmiş. Gölün denizden yüksekliği 126 metre. Derinliği ise 6-8 metre arasında değişiyormuş. Göl ve havzası 1992 yılında “yaban hayatını koruma alanı” olarak ilan edilmiş. Artık ne demekse? Böyle bir tanım yok esasında. Tabiatı koruma alanı var. Her halde onu demek istiyorlar.

“Tabiatı Koruma Alanı: Bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve doğal olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış doğa parçalarıdır.”

 Bölgede başka göller de var. Kaynaşlı bölgesinde küçük göller varmış; Islak göl, Kara göl, Yayla Gölü, Salık Gölü, Sülüklü göl, gibi. Bir sonraki gelişimizde oralarda da keşif yapabiliriz belki.

Düzce ovasının etrafındaki dağlarda orman dokusu içinde bir çok yayla varmış. Bu yaylalar ormanda düz kesim yapılarak oluşturuluyormuş. Ağaçlar devletin malı olduğu için köylüye bir faydası olmadığından ahali geçim için fındık ekmek istiyormuş. Ormanda açılan alanlara da fındık dikiliyormuş. Bu ormanlarda nasıl yer açılıyor biliyoruz.

Dağlardan gelen dereler ve akarsular Efteni gölünde toplanıyor. Küçük Melen adı verilen akarsu Yığılca dağlarından, Asar Suyu, Bolu dağlarından, Uğur suyu ve Aksu deresi   Elmacık dağlarından kaynaklanıyormuş. Bölgede büyük iki de şelale var. Güzeldere şelalesi ve Samandere şelalesi. Her ikisi de Elmacık dağlarından gelen derelerin oluşturduğu şelalelermiş. Yani Uğur ve Aksu dereleri ve diğer küçük dere sularının oluşturduğu şelaleler. Güzeldere şelalesi bir “mesire” yeri olarak düzenlenmiş. Tabiat parkı. Şelale 120 metreden dökülüyor. Seyir terasları ve yürüyüş yolları yapılmış, güvenlik önlemleri alınmış. Otoparkı var. Otomobillerden 15 TL giriş ücreti alınıyor. Gördüğüm en temiz ve düzenli parklardan biri diyebilirim. Aynı şeyi Efteni gölü için de söylemek mümkün.

Yaylalara çıkmak için GPS kullanıyoruz. Taşkesti köyü üzerinden bir rota çiziyor bize cep telefonumuz. İlk birkaç kilometre keyifle toprak yolda ilerliyoruz. Karma ormanın sararan renklerini fotoğraflıyoruz. Bir süre sonra tomruk taşıyan kamyonlarla karşılaşıyoruz. Dar yolda koskoca kamyonun geçmesi için yeterli alan yok. Bir ileri bir geri derken kamyonlar gelip geçiyorlar. Hepsi kayın ağaçlarının tomruklarıyla dolu. Canım kayın ağaçlarını yüz yıllardır kese kese bitiremediler. Bu ormanların İstanbul’un yakıt deposu olduğunu okuyoruz bir çok yerde. Tomruklar manda arabalarıyla Efteniye indiriliyor oradan Melen nehri vasıtasıyla Melen ağzından kereste gemilerine yükleniyormuş. Uzun yıllar Tersane-i Âmire ve Tophâne’nin ihtiyacı olan kerestelerin temini bu bölgedeki ormanlardan yapılmış. Demek ki kese kese bitirememişler ormanları ki hala son hızla plansız programsız kesmeye devam ediyorlar. Bir iki kilometre daha gittikten sonra ağaç kesimi yapan orman köylülerinin yola yığdıkları tomruklardan trafiğin tıkandığını görüyoruz. Dört beş araç arka arkaya bekliyoruz. Pürenli yaylası başta olmak üzere tüm yayla yollarında kesim varmış, geçiş yasakmış. Konuşarak ikna ediyoruz. Beş on dakika sonra yolu homurdanarak açıyorlar.

“Yola tomruk atıyorlar, dikkat edin,” diye arkamızdan bağırıyorlar. O kadar yayla yollarından geçtim buradaki kadar yoğun ağaç kesilen bir yer görmedim. Karabük Yenice ormanlarında bile böylesine yoğun kesim görmedim. Sonradan öğreniyoruz. Kesim kotalarını üç misline çıkarmışlar Ankara’dan gelen talimatla. Artık doğru mu değil mi bilemem. Benim gördüğüm resmen bir ağaç katliamıydı. Pürenli yaylasına geldiğimizde büyük bir kampçı kalabalığıyla karşılaştık. Küçük göletin etrafına çadırlarını kurmuşlar, araçlarını park etmişler. Mangallar yanıyor. Izgara et kokusu her yeri sarmış. Bu görüntüden kurtulup bir sonraki yaylaya Balıklı yaylasına gitmeye karar veriyoruz. Yol sorduğumuz kişiler Balıklı yayla yolundan Güzeldere şelalesine kadar inebileceğimizi söylediler. Tam da istediğimiz şey esasında. Yaylaları fotoğrafladıktan sonra inişe geçiyoruz. Yol bizim altımızdaki SUV araca uygun ama sedan araçlarla gelenler de var. Demek ki yol o kadar da kötü değil. Bir çok yerde çamur birikintileri var. Her yer kesilmiş ağaç gövdeleriyle dolu. İnsanlarla ormanın savaşı sonuçlanmış. Orman çok ölü vermiş. Çok acı bir görüntü o kesilmiş kayın ağacı gövdelerini görmek. İçimizdeki neşe sönüyor. Yerini öfke alıyor. Cehalet içinde yüzen vasat kitleye onları aldatan idarecilere rağmen orman yine de ayakta duruyor. Şimdilik.

Yayla yolunun bitiminde Güzeldere şelalesi bizi bekliyor. Orayı da fotoğraflayıp dönüşe geçiyoruz.

Dönüşte aldığım notlara bakıyorum. Bu gezdiğimiz bölge Anadolu’da belki de en yoğun göç alan bölge olarak biliniyor. Kafkasya’dan, Balkanlar’dan akın akın gelen göçmenler arasında   Çerkes (Adığe), Abaza, Kırım Tatarı, Balkan Muhaciri, Gürcü, Mohdi Laz, Hemşinli, Arnavut, Boşnak, Pomak, Roman, Doğu Karadenizliler ve Kürtler de varmış. Bütün bu muhacirlerin yanı sıra  az sayıda Yahudi, Rum ve Ermeni azınlıkta Düzce’ye yerleşmiş. Müthiş bir karışım esasında. Son yüz yılda bu farklı kültürlerden gelen insanların hayat hikayelerini yazan Düzceli yazarlar mutlaka olacaktır.

Bithynia ile ilgili faydalanılan kaynaklar:

  • Doğancı, Kamil, Antik Kaynaklara göre Bithynia’daki Civitas’lar, Uludağ Üniversitesi,Tarih Bölümü. U.Ü. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 14, Sayı: 24, 2013/1
  • Özsoy, Nejat, ÇERKES ve ABAZALARIN DÜZCE’DE İSKÂNI ve KURULAN YENİ YERLEŞİMLER, 2. ULUSLARARASI DÜZCE TARİH, KÜLTÜR ve SANAT SEMPOZYUMU 11-12 Aralık 2015 DÜZCE “DÜZCE’DE TARİH, KÜLTÜR ve SANAT”, DÜZCE BELEDİYESİ KY, İSTANBUL 2016, Shf. 372-389.
  • Özsoy, Nejat, DÜZCE: SEFİNE-İ NUH’UN ERMENİLERİ, 3. ULUSLARARASI DÜZCE TARİH, KÜLTÜR ve SANAT SEMPOZYUMU 05-06 MAYIS 2017 DÜZCE “DÜZCE’DE TARİH, KÜLTÜR ve SANAT”, DÜZCE BELEDİYESİ KY. DÜZCE ARAŞTIRMALARI 16, EDİTÖR: İSMAİL YAŞAYANLAR, İSTANBUL 2017, Shf. 166-185.
  • Özlü, Zeynel, Prof. Dr.,  Ahali-yi Sadıka/Sefine-i Nuh, İlkçağdan Cumhuriyete Bir Batı Karadeniz Kenti Düzce:
  • Özsoy, Nejat, TARİHTE DÜZCE’DEN GEÇEN SEYYAHLAR VE KAYNAK ESERLERİ,

[1]https://www.wikiloc.com/hiking-trails/purenli-yaylasi-22-km-purenli-balikli-kinik-yaylalari-maden-goleti-24498974

[2] https://akdeniz.academia.edu/MuratArslan

Düzce Yaylaları

Post navigation