Türkiye’nin her yerinden olumsuz doğa haberleri alıyorum. Bir de medyanın yayınlamadıkları var. En büyük hasarları verenler uluslararası şirketler ve yerel ortakları. Altın madeni, diğer madenler, taş ocakları birinci sırada yer alıyor.
Devletin kendi web sitesinden bakalım:
cevreselgostergeler.csb.gov.tr/gruplarina-gore-maden-ocagi-tesisi-sayisi-i-85820
“2021 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nce 4.935 adedi arama, 9.781 adedi işletme ruhsatı olmak üzere toplam 14.716 adet maden ruhsatı verilmiştir.”[1]
Türkiye’de 85 Binden Fazla Taş Ocağı Ruhsatı Verildi – Atlas (atlasdergisi.com)
İkinci tehlike orman yangınları ve aşırı ağaçkesimi. Türkiye orman varlığının yok edilmesi.
Yeni Rapor: Türkiye’nin Orman Varlığı Artmıyor, Aksine Azalıyor – İklim Haber (iklimhaber.org)
Her Yıl 270 Bin Dönüm Orman Yok Ediliyor (bianet.org)
Bu konu nedense çok hafife alınıyor. Medya eleştirel hiçbir konuya değinmiyor: “tek tesellimiz can kaybı olmadı.” Sözleriyle çok büyük ihmalleri örtme yoluna gidiyor. Reaya olmayı seçen ve buna göre oy kullanan halkımız da seviniyor. Uygar ülkelerde bu ihmallerin binde biri için hükümetler istifa ediyor. Türkiye’de hesap soran olmadığı için sorumlu devlet görevlileri yerlerinde rahatça oturuyorlar. Yok olan orman varlığı için yas tutan olmadığı gibi üzülen de yok. Kereste tüccarları geometrik karlar elde ediyorlar.
Üçüncü doğa düşmanı derdimiz HES.
Diyarbakır’da ilk HES’ler Kulp’u kuruttu – Evrensel
HES’ler Yalnızca Doğa Katliamı Değildir… | Politika Gazetesi | Bir Ekmek Bir Politika
HES, Bir doğa felaketi (media4democracy.org)
Arhavi’de HES ve taş ocağı protestosu: ‘Şimşir ağaçları kuruyor, doğa yok ediliyor’ (artigercek.com)
dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/73538/?sequence=1&isAllowed=y
HES yatırımcılarının enerji üretmek amacıyla akarsulara el koymalarının çok çeşitli etkileri olduğunu ortaya koyan çevre raporlarına rağmen devlet ruhsat ve kredi vermeye devam etmektedir. Suyun metalaştırılmasına karşı çıkan su hakkı mücadelesine katılım maalesef çok düşüktür. Karadeniz bölgesi “Fırtına Hareketi” bir başlangıç olarak alınırsa suyun ticarete konu olmasına karşı çıkan küçük bir çevre hareketi olarak değerlendirilebilir. HES protestolarında sıklıkla kullanılan “Dereler özgür aksın!, Derelerimiz satılamaz!” gibi sloganlar suyun metalaştırılmasına karşı duruşun önemli ipuçlarıdır. Zaman içerisinde HES direnişleri devletin kolluk güçlerince sert bir biçimde bastırılarak halk yıldırılmıştır. Tutuklamalar, biber gazları ve diğer baskı tedbirler devletin yapması gereken doğayı koruma görevini yapmaya çalışan çevre dostlarının karşılaştıkları muamele olmuştur. Devlet direnişin küçük çaplı olduğunu görerek sermaye tarafını seçmiştir. Son yirmi yılda kolluk güçlerinin baskıları giderek artmıştır.
HES’lerin ekosisteme verdiği zararlar ve alternatif sistemler medyada yeterince tartışılamamıştır. Türkiye’nin sosyolojik gerçekleri böyle bir tartışmanın yapılabilmesi için halkın yeterli bilgiye sahip olmadığını göstermiştir. Algı operasyonlarıyla ve post-truth masallarıyla toplumun alt kesimlerini hızla siyasallaştıran ve taraf tutmaya zorlayan güçlerin etkisi altında olan “reaya halkımız” konuya ilgisizdir. İlkel bir şaman kabilesi gibi her şeyin kutsallaştırıldığı bir sosyolojik ortamda birey kişisel bakış açısını yitirmektedir. Liyakatsiz siyasetçilerin araştırmadan bir uzmana danışmadan alel acele verdikleri kararlarla ulufe dağıtılır gibi eşe-dosta-akrabaya verdikleri HES ruhsatları doğayı katlederken ruhsat sahibini ve yandaşlarını zengin etmektedir. Örnekler sayılmayacak kadar çoktur. Bu gidişe dur diyecek seçmen kitlesi de olmadığı için reaya halkı etkisi altına alanlar diledikleri gibi at oynatmaktadırlar.
Derelerin kurutulduğu İkizdere örneği. Hemen hemen her yerde aynı sorunla karşı karşıyayız.
“Cevizlik’teki HES Dereyi Kuruttu; Yatırımlar da Yanlış” (bianet.org)
Yanlış planlanan HES’ler Karadeniz’de dereleri kurutuyor (aydinlik.com.tr)
10 Soruda Hidroelektrik Santraller.indd (panda.org)
Devlet kendi eliyle korumakla yükümlü olduğu akarsulara ve göllere zarar veriyor. Bunu doğrudan yapmasa bile dolaylı yoldan bu doğa katliamına seyirci kalıyor. Reaya halkımız da vergileriyle bu katliamı finanse ediyor.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2010 yılı faaliyet raporuna göre 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu çerçevesinde özel sektörce gerçekleştirilecek hidroelektrik projelerinin toplam sayısı 1.527. Bu son 13 yılda ek projelerle iki katına çıkmış olmalı.
Sanırım HES‘lerin zararları konusunda yukarıda yeterince link var.
Akarsulardan hızla kuruyan göllere geçmemiz gerekir. Nedenleri bilimsel raporlarla detaylı olarak izah edilen kuraklığın getirdiği bir sonuç mu göllerin kuruması, yoksa başka nedenleri mi var? Nedenleri ne olursa olsun gerçek olan şey, göllerin her yıl daha fazla küçüldüğü küçük göllerin de yok olduğudur. Bunun nedenlerine kısaca değinelim.
Göllerin oluşumu konusuna girmeyeceğim. Buzul gölleri olsun, set gölleri olsun, heyelan gölleri olsun bugün Anadolu’daki göllerin hepsinde kuraklık problemi var.
Türkiye’nin gölleri kuruyor: ‘Göller çöl oldu’ – BBC News Türkçe
Türkiye’nin gölleri kuruyor: “En son kuşlar gitti” – YouTube
Türkiye’nin kuruyan gölleri – YouTube
Göller Yöresi’ndeki 6 göl kuruyor – Son Dakika Türkiye Haberleri | NTV Haber
Kaybolan göller ve bir bölümü kuruyan göller konusunda belirli bir çalışma yapan Doğa Derneği de son 60 yılda kaybedilen sulak alanların yüzölçümünün 2 milyon hektara yani yaklaşık 1.5 Marmara Denizi büyüklüğüne ulaştığını söylüyor.
Türkiye’deki göller can çekişiyor (gazeteoksijen.com)
Ege Bölgesi’nin en önemli sulak alanlarından Göl Marmara tarla olmuş! – Evrensel
Bu kayıpların devletin yanlış su politikaları uygulamasının yanı sıra gölleri besleyen akarsuların şu veya bu şekilde tıkanması ve göller çevresinde tarım yapan ahalinin de kaçak su kullanmasının önemi büyük. Bu muazzam su kaybının çok ciddi sorunlara yol açacağını hiç kimse düşünmek istemiyor. Ülkenin gerçek gündeminin doğaya verilen zararların yarattığı ekonomik sorunlar olduğu göz ardı ediliyor. Bir çok yerde olduğu gibi kuruyan göllerin tarla haline getirilmesi için her türlü şaklabanlığı yapan yerel halkın kendi çıkarından başka bir şeyi görmedikleri çok açıktır. Manisa İli Gölmarmara İlçesi sınırları içerisinde bulunan Marmara Gölü çevresinde yaşayan köylülerin kuruyan göl yüzeyini sürerek tarla yapmak istemeleri de paylaşım tartışmalarını beraberinde getirdi. Göl yüzeyinin paylaşımı için yerel halk tam anlamıyla birbirini vuruyor; silahlar sıkılıp, traktörler yakılırken, devlet kurumları gölü eski haline getirmek için çaba harcayacağına göl arazisini köylülere yüksek fiyattan satmaya çalışıyor. Kuruyan göl arazileri kupon fiyatına kapanın elinde kalıyor. Çölleşme kimsenin umurunda değil.
Seçmenin yani reayanın çevreyle doğayla değil kendi çıkarlarıyla daha çok ilgisi olduğu için gölün kurumasını kendine bir çıkar sağlamak için bir fırsat olarak görebiliyor. Burada da devletin geçmiş yıllarda yaptığı yanlış uygulamaların nasıl sadece bir çevre problemi değil sosyal bir problem haline geldiğini de görüyoruz. Göllerin kuruyan bölümleri ekilip biçiliyor ama uzun ömürlü olmuyor. Göl tabanı ve göl havzası hiçbir vakit bir tarlaya dönüşmüyor.
Buna en iyi örnek Avlan gölüdür. Yıllar önce siyasi bir kararla ağaların toprak sahibi olması için kurutulan, bugün ise ekolojik değeri anlaşılarak yeniden canlandırılmaya çalışılan Avlan Gölü’nün hazin hikayesinden hiç kimse ders çıkarmamış.
Avlan Gölü’nün hazin öyküsü (milliyet.com.tr)
Bir diğer kuruyan göl hikayesi de Burdur gölünden. Tarım alanlarını sulamak için yapılan kaçak sondajlar ve gölü besleyen su kaynaklarına karşı kurulan HES’ler nedeniyle göl su seviyesinin üçte birini kaybetti.
Devlet Su İşleri‘nce (DSİ) 1959 yılından itibaren yapılan ölçümlerde en yüksek düzeye 1970 yılı Mayıs ayında 857,62 metre ile ulaşan göl su seviyesi, 2023 yılı Temmuz ayında 837,68 metre olarak ölçüldü. Gölde son 3 yıldaki su kaybı ise 2.1 metre oldu. 2020 Temmuz ayında 839,78 metre olan su seviyesi, 2023 yılı Temmuz ayında 837.68 metre olarak ölçüldü.[2]
Doğa Derneği’nin yaptığı çalışmaya göre, Van Gölü’nden Eğirdir Gölü’ne, Burdur Gölü’nden Tuz Gölü’ne birçok sulak alan, kuraklık ve kirlilik tehdidi gibi nedenlerle yok olma tehlikesi yaşıyor.
Marmara, Seyfe, Tuz, Kulu, Burdur, Eğirdir, Manyas, Azap, Uyuz, Van, Uluabat, Mogan, Beyşehir, Bafa ve Yarışlı gölleri ile Yüksekova, Hürmetçi ve Belevi sazlıkları, Bargilya Tuzlası ve Kastabala Sulak Alanları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Sulak alanların günümüzde sık sık gördüğümüz ve ağır hasarlar meydana getiren fırtına, sel ve kıyı şeridi erozyonunun etkilerini azaltması, yer altı su depolarını doldurması ve suyu doğal olarak filtre etmesi özellikleriyle iklim krizi sorunlarıyla mücadelede edilmesinde kritik önem arz ediyor.
20 sulak alan, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya – Evrensel
Bütün bunlara ek olarak denizlerde ve göllerde aşırı balık avlamanın yarattığı sorunlara da kimsenin aldırdığı yok. Aksine çok balık avlama teşvik ediliyor.
Medyada manşet olarak “balıkçının yüzü güldü” haberleri yapılıyor. Yanlış avlanma politikasından söz eden yok. Balıkların neden pahalı satıldığını sorgulayan da yok.
Aşırı Avlanma Su Altı Yaşamına Nasıl Etki Ediyor? – PlumeMag
“15 Nisan 2021 itibari ile denizlerimizde toplam avın yaklaşık %90’nı avlayan endüstriyel balıkçılık sezonu 1 Eylül 2021 akşamına kadar kapanmıştı. Geçen av sezonunda Türkiye balıkçılık tarihinde uzun süredir görülmeyen bir durum meydana gelmiş ve en önemli ticari tür olan hamsi balıkçılığı sezon ortasında durdurulmuştu. Buna gerekçe olarak avlanan hamsilerin büyük çoğunluğunun boylarının ticari olarak ilk avlanabilir boy değerinin altında olması gösterilmiş; palamut, lüfer, vd. bazı önemli balık türlerinin de yasal av boyları ve stok durumları ulusal medyanın haberlerinde gündem oluşturmuştu. Su ürünleri stoklarının kendini yenileyebilme hızının üzerinde avlanması, yani Aşırı Sömürülmesi durumu, uzun zamandır, kamu kurumları ile kamuoyu tarafından sorgulanması gerekirken, halkın büyük kısmının ulaşabildiği nispeten ucuz bir tür olan hamsi avcılığının durdurulması ile ancak gündeme gelebilmişti. Su ürünleri kaynaklarının durumu hamsi özelinde bilim camiası dışında kamuoyu tarafından da gerçek anlamda sorgulanır hale gelmişti.” Kaynak : Türkiye’de denizler ölüyor, balık türleri yok oluyor – Deniz, Ada, Özgürlük (dokuzadabirdeniz.com)
Balıkçılığın da diğer doğa katliamlarından bir farkı yok. Yönetilemeyen bir endüstri balıkçılık endüstrisi. Denizlerdeki balık stoğunun bilinmemesine imkân yok. Endüstriyel balıkçılık kural tanımıyor. O sezonda denizlerde ne var ne yok avlayıp paraya dönüştürmeye çalışıyor. Siyasi erk buna göz yumuyor. Balıkçının sırtını sıvazlamaya devam ediyor. Aşırı balık avı, aşırı ağaç kesimi, aşırı sulama, aşırı avlanma giderek doğal kaynakların kendini yenileyemeyecek noktaya gelmesine kadar devam ediyor. Liyakatsiz yöneticiler “Her şey Allahtan” sloganıyla seçmeni uyutmaya devam ediyorlar.
Balıklar nereye gitti? – Atlas (atlasdergisi.com)
Eski İstanbul fotoğraflarında devasa orkinosları taşıyan hamalların Galata köprüsünden geçişleri vardır. Çok değil daha yirmi otuz yıl önce boğazda bugün kofana diye adlandırılan lüferleri tutabilirdik. Balık boldu. Etten de ucuzdu. Derken büyük balıkçı tekneleri ortaya çıktı. Denizde ne kadar balık varsa çekip çıkaran devasa ağlarıyla balıkçılığın yönü değişti. Önce büyük balıklar orkinoslar, kofanalar, kılıç balıkları, orfozlar yok oldu, sonra lüferler kofana, çinakoplar sarı kanat oldu, etiketlerdeki sayılar değişti. Esprili neşeli Rum, Yahudi Ermeni balıkçılar gitti, kötü bakışlı paragöz Erzincanlı, öfkeli Laz balıkçılar geldi. Her şey bir anda değişiverdi. Sonra da balıklar küstü sanırım.
Şimdi Yunanistan’a seyahat edenlerden dinliyoruz. Rum balıkçı oralarda dükkân açmış. Ama İstanbul’u özlüyormuş. Fiyatlar çok makulmüş. O kıyılarda balık var ama buralarda da aç gözlü kocaman tekneleriyle Lazlar var.
“Avcılığı yapılan ekonomik türlerden tekir, barbunya, dil, pisi, kalkan, kırlangıç, minakop, uskumru, lüfer, palamut, istavrit, hamsi, orkinos ve karides gibi canlıların stoklarında büyük düşüşler görülmektedir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nün iki yılda bir yayınladığı “su ürünleri avcılığını düzenleyen sirkülerde” su ürünlerinin minimum avlanabilir boy, avcılık dönem ve yasak yerlerin belirtilmesine karşın, balıkçıların çoğu ne yazık ki bu yasaklara uymamaktadır. Denetimin ve yaptırımların yetersizliği sonucu, Marmara Denizi’nde kaçak trol avcılığı ve ışıkla balık avcılığı devam etmekte, nesli tehdit altında olan ve korunması gereken türler balıkçı tezgahlarında, büyük lokanta ve otellerde hatta Balıkhanelerde yer bulunmakta, küçük boy balıklar satılabilmektedir.” Kaynak: Denizler geleceğimizdir… | TÜDAV (tudav.org)
Kısaca söylemek gerekirse eğitimsiz idarecilerin cirit attığı Türkiye’de böyle giderse yakında içecek su bulamayacağız.
[1] Çevre bakanlığı istatistikleri
[2] Verilen sözler boş çıktı, Burdur Gölü yok oluyor – Alaturka Online