Sokaklarda bayrak satan bir karış sakallı, açlıktan gözleri dışarı uğramış gençler var. Belli Doğu Anadolu illerinden gelmişler. Cumhuriyet Bayramını bayrak satarak paraya dönüştürmeye çalışıyorlar. Sıska çelimsiz vücutları soğukta tit tir titriyor. Taşıdıkları bayraklara sarınarak ısınmaya çalışıyorlar. Bu hafta bayrak satıyorlar gelecek hafta başka bir şey satacaklar. Hayata tutunmaya çalışan cumhuriyet vatandaşları.
Cumhuriyet Bayramı kutlama programı valilik tarafından detaylı bir biçimde duyuruluyor. Saat saat neler yapılacağı yazılmış. Kim ne yapacak, nerede yapacak belli. Devlet her yerde kutlamaların her aşamasında belirgin bir rol oynuyor.
Ana tema. Kurtuluş savaşı ve saltanatın kaldırılması.
Latince “respublica” ile Fransızca “république” kavramlarının Türkçe çevirisi olarak “Cumhuriyet” benimsenmiş. Arapça bir kelime olan “cumhur” dan türetilmiş. Kamusal olan, halk için , halkla ilgili olan anlamlarında kullanılıyor. Halkın monarşiyle idare edilmesi veya farklı bir rejime geçilmesi teması 1920’li yılllarda tartışılan bir konuydu.
Bayraklarını eline almış tören alanına koşturan insanları görünce, kutlamaların ne anlama geldiğini, her kesimden halkın kutlamalardan ne aldığını düşünmemek elde değil. Tören alanında polisler barikat kurmuş durumda. Simsiyah giyinmişler. Ellerinde tüfekler ve kalkanlar var. Onlar da kutlamalara katılmaya gelmişler.
Belli ki törenleri kullanarak rant elde etmek isteyen siyasi gruplar var. Halkın katılımının sağlanması için devletin bir gayret gösterdiği ortada. Halkın toplandıkları alanlarda devlet büyükleri onlara “hitap” ediyorlar. Günün “anlam” ve “mahiyetini” izah ediyorlar. Ana tema yine aynı. Padişahın kulu olan halkın saltanatın kaldırılmasıyla birlikte artık kul olmayıp “vatandaş” olduğu anlatılıyor. Halkın kendini idare edecekleri kişileri seçme hakkının cumhuriyet rejimi sayesinde mümkün olduğu tekrar tekrar duyuruluyor. Ellerinde bayraklarla alanları dolduran halk sessizce dinliyor. Siyasallaşan devletin ve onun karşısında duran muhalefetin ne söylediğini anlamaya çalışıyor vatandaşlar. Bu da çok kolay değil.
Devlet kendini var eden vatandaşları polisiyle askeriyle ve memurlarıyla “tedip” etmeye çalışıyor. Oyundan başka gücü olmayan vatandaşı koruması gereken kanunlar “terör” parantezinde uygulandığında hakkını aramaya çalışan bireyleri korumuyor. Hoşgörü ve empati sonucu oluşması gereken diyalog yerine buyurgan monolog duyuluyor tek sesli medyadan. Cumhuriyet kavramı bir kez daha tanımlanıyor. Demokrasiden anlaşılan çoğunluğun azınlık üzerinde kurduğu baskı anlaşılıyor. Siyaset kazanı bir kez daha kaynatılıyor. Bireysel hak ve özgürlüklerin ne durumda olduğunu açıklayan AB gelişme raporu durumu tüm berraklığıyla ortaya koyuyor. Aşağıdaki linkten okunabilir:
http://www.ab.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2013_ilerleme_raporu_tr.pdf
Eline bayrağı alıp sallayarak bir şeyleri değiştirebileceğini sananların sayısı acaba ne kadardır? Bayrak eylemleri, Atatürk ‘ü anma ve Anıt Kabir eylemleri, bir anlamda CHP ‘nin başı çektiği siyasal girişimler olarak değerlendiriliyor. Gezi parkı eylemleri ise tamamiyle farklı türde protesto girişimleri midir? Yoksa tüm bu eylemlerin toplamı AKP ‘yi protesto etme amacını mı taşımaktadır? Bu siyasal analizler AB ilerleme raporunda detaylı olarak inceleniyor.
Toplumun siyasal kutuplaşması görüldüğü kadarıyla iki ana tema üzerinden yapılıyor: Başörtüsü ve Anadilde eğitim. Kamusal alanda başörtüsünün serbest olması uzun bir süredir gündemde tutulan siyasallaşan bir konu. Kadınların başörtüsüyle meclis çalışmalarına katılmasının ne gibi bir önemi olduğu da tartışmalı. Kadınların aslında inanç nedeniyle mi yoksa erkek zorbalığından ve tecavüzünden korunmak için mi başörtüsü taktıklarını kimse tartışmıyor. Kadınların kapanmasını isteyen erkekler gerekçe olarak Kur’an da yazılı olduğunu öne sürüyorlar ama bunun doğru olmadığını söyleyen ilahiyatçılar var. Kadınların kapanması, alkolün yasaklanması, ,ibadet mecburiyeti gibi yasaların çıkarılmasını isteyenler de var. Laik cumhuriyetin İslam cumhuriyetine dönüşmesini savunan siyasal gruplar var. Rabia, El Nusra, Hibullah, İhvan ı Müslimin ,vb. gibi örgütlerin savunuculuğunu yapan siyasal hareketin güçlendiği de söylenebilir.
İlerleme raporu detaylı bir biçimde incelendiğinde hükümetin bireysel hak ve özgürlükler konusunu başörtüsü sorununa indirgediği açıkça görülmektedir. Bu yaklaşık on yıldır süren bir tartışmadır. Hangi amaçla taze tututulduğu da anlaşılmaktadır. Meclis gündemini esas itibariyle oluşturması gereken “sivil anayasa” tartışmalarının “divert” yani farklı bir mecraya aktarılmaya çalışıldığı görülmektedir. Hiç şüphesiz bu gündem değişiminin bazı grupların çıkarına dokunduğu, diğerlerinin de çıkarlarına hizmet ettiği ortadadır. Bu “divert” i kurgulayan beyinler daha önce de aynı şeyi yaptılar. Kriz zamanlarında birden gündemi farklı bir mecraya aktarma kapasitesi oldukça güçlü medya desteği varsa gerçekleşebilir. Merkez medyanın beslenme kanallarını kurgulanmış yeniliklerle doldurabilmek her babayiğidin harcı olmasa gerek. Son iki üç ayda birbiri ardından ortaya çıkan ağır krizlerin detaylarının ortaya çıkması nasıl engellenebiliyorsa “divert” edilmesi de o kadar kolay olabilmektedir. Başbakanın ve devletin olumlu icraatlerinden başka haber aktaramayan merkez medya için bulunmayacak bir fırsat ortaya çıkmış daha doğrusu kurgulanmış olmaktadır.
Diğer önemli nokta ise hükümet eleştirel bakış konusunda hoşgörülü değil tam aksine cezalandırıcı bir tavır takınmaktadır. Consensus sağlanarak alınması gereken bazı önemli kararlar , örneğin yeni sivil anayasa çalışmaları bir türlü sonuçlandırılamamıştır.
Sivil Toplum kuruluşlarının demokrasinin güçlenmesi için yeterli çalışma yapmadığı da ortadadır. STK ‘nın gücü artmadıkça bu topraklarda demokrasiden bireysel hak ve özgürlükten söz etmek mümkün olmayacaktır…