Aydınlanma döneminin en önemli düşünürlerinden olan İngiliz John Locke (1632- 1704) insanın eylemlerinin akla göre düzenlenmesini, düşünce özgürlüğünü ve devlete karşı bireyin haklarını savunmuştur. Bu bağlamda yukarıda açıkladığımız vatandaşı T. Hobbes ’in düşüncelerine de şiddetle karşı çıkmıştır.
Aydınlanma Çağının ulus-devletlerin kurulduğu dönemde ortaya çıkması tesadüf değildir. Avrupa’da çok önemli bir siyasi dönüşümü etkilediği ileri sürülen Fransız İhtilali (1789), Türkiye’deki siyasi hayata da etki etmiştir. Fransız ihtilalini hazırlayan nedenlerden biri, adaletsiz bir toplum yapısı meydana getiren kilisenin desteklediği monarşi idaresidir. Aydınlanma düşüncesi fanatik din düşüncesinin ve monarşik devlet yapısının sorgulanmasına zemin hazırlamıştır. ABD’de “Thomas Jefferson’ın önderliğinde yazılan, “Declaration of Independence” (Bağımsızlık Bildirisi 4 Temmuz 1776) de aydınlanma çağının önemli aşamalarından biridir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun batılılaşma yanlısı Sultan Abdülmecid döneminde “Tanzimat Fermanı”[1] ile aydınlanma dönemine girdiği ileri sürülür. Osmanlı monarşisi ilk kez bireysel hak ve özgülükleri ön plana alan bir sözleşmeye imza atmıştır. Bu dönemde imparatorluğun fikri ve siyasi hayatında değişimler başlamıştır; fermanın padişah bürokrasisi tarafından onaylanmasının batı ülkelerinin baskısıyla gerçekleştiği dini azınlıklara yönelik hak ve özgürlüklerin amaçlandığı görüşü de vardır. Toplumda giderek yaygın bir hale gelen batılılaşma fikri toplumsal tartışmaların merkezinde yer almıştır. Batının yönetim biçiminin Türkiye’ye nasıl uyarlanacağı, toplumun düşünen kesiminin, ulemanın ve monarşi bürokrasisinin üzerinde durduğu en önemli konulardan biri olmuştur.
Bu tarihten itibaren monarşik devlet düzeni Türkiye’de de sorgulanmaya başlamıştır. Her şeyden önce savaşlar, isyanlar ve göçlerle sarsılan imparatorluğun batılı devletler tarafından “hasta adam” olarak nitelendirilmesi boşuna değildir. Bu coğrafyada 1839 yılından 1923 yılına kadar olan süreçte cumhuriyet fikri siyasi hayatın merkezinde yer almıştır.
Batı da olduğu gibi aydınlanma ve cumhuriyet fikri geniş kitle hareketlerine dönüşmese bile belirli bir kesimin (aydınlar, askerler) sürekli olarak sorguladığı bir atmosfer yaratmıştır. Bireysel hak ve özgürlüklerin hukuk yoluyla korunduğu “hukuk devleti” fikri de din adamlarının etkin olduğu ve kendi çıkarları doğrultusunda manipüle ettiği “şeriat devleti” yerine geçecek siyasi adımlara zemin hazırlamıştır.
Osmanlı bürokrasisi, batı ülkelerindeki bürokrasi gibi cumhuriyet fikrini benimsememiş aksine karşı çıkma yoluna girmiştir. Padişah ve monarşi bürokrasi etrafında uzun yıllar boyunca örgütlenen ve devletin tüm imkanlarından faydalanan çevreler, güç kaybı yaşayacakları endişesiyle karşı siyasi hamlelerle gelişimi durdurma yoluna gitmişlerdir. İmparatorluğun o dönemde birbiri ardından çıkan savaşlara hazırlıksız ve desteksiz katılımının da yıkımlara neden olduğu aşikardır. İmparatorluğun sürekli toprak kaybetmesi, isyanlar, ekonomik sorunlar bir çöküşün işaretleriydi. Osmanlı’nın nasıl kurtulacağı konusu aydınlar arasında tartışılan en önemli konu haline gelmişti. İşte Fransa’da eğitim gören bir grup aydının başlattığı “Jön Türk” hareketi bu bağlamda incelemeye değer.
Yeni Osmanlıların 1856 ve İttihat Terakki’nin 1889’da kurulmasından sonra veya onlarla aynı dönemde, ama özellikle 20. yüzyıla doğru ve ondan sonra, Osmanlı’nın yaşadığı iç ve dış olumsuz siyasi gelişmelerin önüne geçme amaçlı birçok düşünce akımı ortaya çıkmıştır.
Jön Türkler, İttihatçılar, Türkçüler, Batıcılar, Osmanlıcılar, İslamcılar, vb. Gibi akımların ürettiği tezler, birinci savaş öncesinde ve sonrasında hatta Cumhuriyet sonrasının ekonomik, sosyal ve siyasi yapısını biçimlendirmede etkili olmuştur.
Osmanlıcılık ve İslamcılık tezlerini reddeden “Türk Jakobenleri” olarak da nitelenebilen Jön-Türk hareketi sahiplendiği ve reddettiği unsurları aktardıkları aydınlar aracılığıyla Cumhuriyet sonrasının iktidar mücadelesinin odak noktasını oluşturmuş “Jön Türker’in en derin özlemlerinin monarşinin istibdadından halkı kurtararak hürriyetine kavuşturmak olduğu tezini reddeden düşünürler (Şerif Mardin), Jön Türker’in ana amacının Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını durdurarak monarşinin devamını sağlamak olduğunu ileri sürerler. İttihat ve Terakki’nin iktidar dönemi olarak gösterilebilecek olan 1909-1918 döneminin, cemiyetin devlete kesin olarak hâkim olduğu 1913-1918 evresinde, karşıt düşüncelerin yaşamasına hiçbir şekilde izin vermemesini de kanıt olarak gösterirler. Giderek cumhuriyetin ilk yıllarında tek parti rejiminin hüküm sürdüğü yıllarda bireysel hak ve özgürlükler konusunda iktidarların tutumunun bir “Jakoben” hareketi olduğunu da ileri sürerler.
Özet olarak cumhuriyetin ilanından (1923) günümüze kadar köprülerin altından çok su akmıştır. 29 Ekim 1933 yılında onuncu yılını kutlayan devletle bugün 29 Ekim 2020 tarihinde kutlamalara hazırlanan devlet arasında muazzam farklar olduğu kimsenin gözünden kaçmamaktadır. Siyasal bilimciler tarafından yapılacak analizlerle özellikle iki dönem arasında birçok alanda farklar ortaya çıkacaktır. Laik devlet modeli ne kadar başarılı olmuştur?
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında devletin halk üzerinde belirgin bir baskı uyguladığı söylenebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ulusal bayramların kutlanış şekli bunun en önemli göstergesidir. Bu törenlerde devlet otoritesinin gücünü ispatlama kaygısı içinde devlet başkanının emriyle bir örnek hareket etmeye zorlanan siviller, okul öğrencileri, düzenli ordu askerlerini neyle izah edebiliriz? Cumhuriyet ideolojisi doğrultusunda, eğitim dahil, devlet ve toplum yaşamının bütün alanlarında yapılan yeniliklerin; “inkılapların”, toplumun üst kademelerinden aşağıya doğru gerçekleştirilmiş olmalarının çeşitli sorunlara yol açtığı düşüncesinde olan siyasal bilimciler vardır.
Çok partili döneme geçildiğinde büyük bir çoğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti’nin devletin 1923 yılından bu yana yapmış olduğu inkılapları alt üst ederek içini boşaltma yoluna girmesi siyasal yaşamı uzun süreli krizlere sokmuştur. Popülist siyaset yapan Demokrat Parti’nin dini değerleri ön plana çıkararak laik değerleri dinsizlikle suçlaması aydınlanma idealini ortaya koyan cumhuriyet ideolojisine ters gelen bir tutumdur. Bu tutum yıllar içinde toplumda dini cemaatlerin ve tarikatların güçlenmesine yol açmıştır.
Bu yıl Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarken laik değerlerden uzaklaşma eğilimi gösteren ve giderek dini değerlere gömülen bir yapı görmekteyiz. Bu yaklaşık elli yıldır süren bir örgütlenmenin devlet kadrolarında gayri meşru yollarla gerçekleştirdiği bir yapılanma. Askeri okullardan, adalet bakanlığına kadar tüm sınavla yapılan değerlendirmelerde tarikatların ve anti laik oluşumların hile yaptığı ortaya çıktı.
Bireysel haklar ve özgürlükler, hukuk devleti, laik eğitim vb. gibi alanlarda da ciddi sapmalar olduğunu söylemek mümkündür. En azından AB değerlendirme raporlarında yer aldığı biçimiyle cumhuriyet karnesi zayıflarla doludur. İlk yıllarda Cumhuriyet kadrosunun aydınlanmadan anladığı laiklik anlayışı, tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğünü kapsamaktadır. Öte yandan geçen yıllarda popülist siyasetlerle devletin dinsel esaslara göre yönetilmesini isteyen siyasetçiler, isteyerek veya mecbur kalarak tarikat kadrolarını devletin bürokrasisi içine yerleştirmişlerdir.
Devlet bürokrasisi içine yerleşen “din simsarlarının” devlet kadrolarından tasfiye edilmesi şu an için büyük bir önem taşımaktadır.
Cumhuriyetin ilanının 97. Yılında laik devlet yapısının hala tartışılıyor olması ve anti laik unsurların çoğalması son elli yılda Türkiye’de siyasetle uğraşanların almış oldukları tutumla doğru orantılıdır.
Bayrak sallayarak veya hamasetle cumhuriyet değerlerini korumak mümkün olsaydı 97 yıl sonra böylesine bir siyasi yapıyla karşılaşmak mümkün olmazdı. Bugün muhalefet tarafında yer alan siyasetçilerin kendilerini “dindar” gösterme gayretleri vardır. Bireysel hak ve özgürlüklerin, hukuk devletinin kurumlarına vurgu yapması gereken muhalefetin “anti-laik” söylemlerle Makyavelist stratejiler izlediklerini görüyoruz. Bu stratejik değişim acaba ne kadar ek oy getirecektir? Siyaset uzmanları bunun bir hata olduğunu söylüyorlar. CHP kurulduğu günden bu güne kadar bir çok aşama geçirdi. Amacı laik, güçlü devlet kurumlarıyla modern Türkiye yapılanması olan bir parti. Doğal olarak kuruluş yıllarının Jön-Türk yaklaşımlarını genlerinde taşıyor.
[1] 3 Kasım 1839 yılında Gülhane Parkı’nda okunan padişah fermanda yer alan konular arasında Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanması, Yargılamada açıklık, Vergide adalet dört yıl mecburi askerlik Rüşvetin ortadan kaldırılması Herkesin mal ve mülküne sahip olması, bunu miras olarak bırakabilmesi Özel mülkiyetin tesisi gibi konula ön plana çıkıyordu.