web analytics

 

 

Çıncıva  Köprüsü Fırtına deresine meydan okur gibi duruyor. Köprünün yapımının 1696 yılı olduğunu iddia edenler var. Bu tarihi de kaybolan kitabesinin üzerinden okuduklarını söylüyorlarmış. 1946 yılındaki sel felaketinde köprü hasar görmüş. Kitabe de kaybolmuş. Bu da köprünün yapım yılıyla alakalı ortada hiç bir belge olmadığını gösteriyor. Türkiye’de nereye giderseniz gidin bu sorunla karşılaşıyorsunuz. Her kafadan bir tarih çıkıyor ama ortada belge yok. Kayıt tutma alışkanlığı olmayan bir halkın kayıp tarihinin hikâyesi her yerde karşınıza çıkıyor.

Ama Fırtına deresi bir gerçek. Kaçkar dağlarının derinliklerinden ve buzul göllerinden gelen bu muhteşem su  tüm vadiye hayat veriyor. Doğal hayatın en önemli aktörü. Olmazsa olmazı. Fırtına yoksa Çamlıhemşin de yaylaları da Çıncıva  köprüsü de yok olmaya mahkum.

Rize bölgesinde yüzlerce taş köprü var. Yapım yılları, mimarları belli değil. Kimin yaptırdığı da bilinmiyor. Bildiklerini söyleyenler de bir belgeye değil de sözlü tarihe göre, duyduklarına göre anlatıyorlar.

 

 

_DSF0262-3

 

Şimdi bütün Rize yaylaları tehlike altında. Çamlıhemşin yolu üzerinde yer yer heyelanlar meydana gelmiş. Bazı yerlerde koskoca yamaç aşağıya  Fırtına deresinin üzerine yıkılmış. Yeşil ormanlar arasında çürük bir diş gibi duruyor. Bu heyelanlara bölge halkının bir bölümü “Allah’ın işi.”  olarak bakıyor. Oysa orman mühendisleri farklı şeyler anlatıyorlar. Heyelanın kum çıkaran firmalar tarafından kasten yapıldığını ileri sürüyorlar. Kumcuların derdi Fırtına’nın kumunu çalmak. Nitekim çalıyorlar da. Yer yer kum çıkarma istasyonları kurmuşlar. Devasa kamyonlar, makineler vızır vızır çalışıyor. Bal yapmayan eşek arıları gibi. Rant peşinde koşan uyanıklar bölgede turizm adına talana başlamışlar bile. Her metresinden su çıkan Çamlıhemşin yaylalarını Yeşil Yol adı verdikleri bir projeyle birleştirerek yapılaşmanın önü açılacakmış. Fırtına inisiyatifi adı verilen aktivistler konuya farklı bakıyor.

“Evimizi, ormanlarımızı, vadilerimizi, derelerimizi, yaylalarımızı kar hırsıyla gözü dönmüş açgözlü canavarlara bırakmayacağız! “ diyorlar.

Aç gözlü canavarlar kim? Devletin bir şekilde ruhsat verdiği kural tanımaz firmalar. Doğaya en ufak bir vicdan azabı duymadan hunharca saldırıp ağaçları kesen, dereleri kurutan, dağları tepeleri dinamitleyen betoncular. Her yeri  önce asfaltlayıp sonra betonluyorlar.

Aslında gittiği piknikte etrafı çöpüyle kirleten  ahali bile bu tahribat karşısında şok oluyor.  Yüz yıllardır gidip geldikleri yaylaların hukuki statüsü karmaşık. Hazine arazisi olarak görülüyor.”Zilli ‘yet” tapusu adı verdikleri ama tartışmalı bir statüden söz ediliyor. Eğer Yeşil Yol projesi gerçekleşirse bu bölgedeki yaylalara beş yıldızlı oteller, şaleler, rekreasyon tesisleri, sağlık merkezleri kurulacakmış. “Yap işlet devret” marifetiyle bazı Arap sermayedarlarına ihale yapılmadan projenin Ankara’dan verildiği söyleniyor. Ne kadarı doğru bilinmez.

Türkiye’de sivil inisiyatif başlangıcı olarak kabul edilen Fırtına İnisiyatifi, Fırtına deresi üzerine  yapılmak istenen HES’lere karşı çıkan yöre halkı tarafından kuruldu. Kısa sürede geniş bir taraftar kitlesi buldu. Türkiye’nin dört bir yanından Doğa sevenlerin destek verdiği inisiyatif somut neticeler de aldı. İncelediğim bir dergide yapılan direniş detayıyla anlatılıyor.

https://gaiadergi.com/samistalde-yeni-bir-yasam-doguyor-erdem-simsek/

Direnişin başladığı yayla Samistal yaylası. iş makinelerının neden o yayladan işe başladıkları da anlaşılır gibi değil. Her halde gözlerden en uzak yayla olduğu içindir. Samisdal yaylası çok eski bir yerleşim bölgesi. Taş evlerin ilk kullanıcılarının Ermeniler oldukları söyleniyor. Yayla evlerinin taş olanları olduğu gibi tahtadan yapılmış olanları da var. Taş evlerin çoğu boş. Artık hiç bir şey eskisi gibi değil. Köylerden şehirlere başlayan göç nedeniyle yayla evleri artık bomboş. Turizm amaçlı kullanımı düşünenler var. pansiyonculuk yapmak istiyorlar ama sermayeleri ve know-how’ları yok. Kısır bir döngü içindeler.

_DSF0016-4-2

Bölgenin kadim ahalisinin Pontus Krallığı’ndan geriye kalanlarla bir çok yerden göç eden Türkmenlerin 500 yılda karışımından meydana geldiği ileri sürülüyor. Dil ve diğer kültürel kalıplar bunun hiç de imkansız olmadığını söylüyor. Yıllardır burada kurulmuş olan düzenin rant kaygısıyla olumsuzlara doğru dönüşeceğine mutlak gözüyle bakılıyor. Halk bir oldubitti ile baş başa bırakılıyor. Yöresel idareler giderek Ankara’ya daha da güçlü bağlarla bağlanıyor. Ankara’dan düğmeye basılmazsa hiç bir çark dönmüyor.

Kaygılanmamak elde değil. Paranın gücünü her yerde hissediyorsunuz. İşsizliğin bu kadar yaygın olduğu bu yörelerde iş bulmak için bir çok şeyi feda edecek durumda olanlar var. Yaşadığı coğrafyayı kurban vererek refaha kavuşmak isteyenlerin mantığı daha güçlü bir rüzgar gibi esiyor. Çat Köyü’nde kaldığımız pansiyonun sahibi eski muhtar hem yetişkin çocuklarına  hem de yeğenlerine iş imkanı yarattığı için el üstünde tutuluyor. Küçük bir derebeyi. Mutlak otoritesi var. Oğlu ve gelinini neredeyse köle gibi kullanıyor. Bunu yaparken de hiç çekinmiyor. Aile işletmesi ne de olsa. Köyün para kazanan tek işletmesi olması itibariyle işi gücü olmayan çoğunluktan büyük bir saygı görüyor. Bölgenin ekonomik anlamda çökertilmesi nasıl gerçekleşti buna ayrıca bakmak gerek. Buraların beş yüz yıllık tarihinde ekonominin çarklarını insanlar acaba nasıl döndürüyordu? Nasıl oldu da bu yörelerin ekonomik damarları kesildi? İncelemek gerek.

Doğal kaynakların paraya dönüştürülmesi bölge halkına bir yarar sağlamıyor aslında. Elde edilen rantın çok küçük bir bölümü bölgeye geri dönüyor. Bu zaten fukaralaşan bölge insanının zaman içerisinde tümüyle göçe zorlanmasını getirecek. Türkiye’nin en çok göç veren bölgelerinden biri Rize.

Bölgesel inisiyatiflerin “gezi teröristleri” adı altında itibarsızlaştırılması STK’larının gelişmesini engelliyor. Örgütlenemeyen öfkeli bir kalabalığa dönüşüyor halk. Türkiye’nin askeri darbelerle yok edilen  inisiyatiflerini yeniden kurgulamak çok zor. Hiç bir STK’nun bunu yapmaya gücü yetmiyor. Rant ve diğer ekonomik değerleri arkalarına alıp siyasallaştıran  bir grup tüccar her yere yayıyor etki alanını. Ekonomik ve siyasi güç karşısında durabilecek  inisiyatiflerin yaşama şansı yok. Bu bakımdan umut yok.

Her şey birbirine bağlı. Ekolojik denge bozuldukça geometrik bir biçimde ağırlaşıyor çevre sorunları. Kaçkar’ın eriyen buzullarının, daimi kar sınırının giderek daha da yükseldiği bölgede derelerden akan suyun miktarındaki azalmaya dikkat eden yok. Fırtına deresinin suyu giderek azalıyor. Sanki Kaçkar insanlara küsüyor.

 

_DSF0275-3-2

 

Çıncıva Köprüsü

Post navigation