İstanbul’un gizemleri bitmek tükenmek bilmiyor. Giovanni Scognamillo ‘nun “İstanbul Gizemleri” adlı kitabınından da söz etmek gerek. Geçtiğimiz ay vefat eden bir Levanten yazar Giovanni. “Okült” tabir edilen gizemli konulara eğiliyor. İstanbul’un gizem haritasını çıkarmayı amaçlıyor. Zengin bir kaynakçadan da alıntılar yapıyor. Konuyla ilgili olanların mutlaka okuması gereken bir kitap.
Bir vapura binerek kırk dakikada ulaşıyorsun adalara. Buralar başka bir İstanbul. Ortaçağda asillere sürgün ve ruhbanlara zikir mekanı olarak kullanılan adalar on yedinci yüzyıldan itibaren yazlık mekanlar olarak kullanılmaya başlıyor. İhtişamlı konaklar, gösterişli kiliseler ve sosyal alanlar hızla çoğalıyor. İmparatorluğun zengin zümresi yaz aylarında adalara gidip gelmeye başlıyorlar. O zamanlar kürekli ya da yelkenli kayıklarla gidiliyor adalara. Adaların yerli ahalisi Rum balıkçılar birinci savaşa kadar mutlu bir yaşam sürüyor. Sonra felaket yılları başlıyor. Mübadele yıllarında Rum ahali mallarını hazineye devrederek Yunanistan’a göç ediyor. O konaklar nasıl el değiştiriyor, kimin konağı kime gidiyor elde bir kayıt yok. Belki de tapu dairesi kayıtlarında vardır.
Adalar kaymakamlığı web sitesinden okuyalım:
“Antik dönemde takımadalar Demonisia, Halkın Adaları olarak anılıyordu. Bizans döneminde ise bazı Adalar’da inşa edilmiş olan manastırlara ithafen, Papadonisia, keşişlerin manastırı olarak biliniyordu. Bu manastırlar buraya sürgün edilen ve bazıları Konstantinopolis’e asla dönememiş olan imparatorlar, imparatoriçeler, patrikler sayesinde ünlenmişlerdir. Bizans tarihçisi Kedrenos’a göre, 569’da İmparator II. Justin (565-78) kendisine Adalar’ın en büyüğünde bir saray ve bir manastır inşa ettirmiştir. Daha önce Megale, ya da Büyük olarak bilinen bu ada imparatorun yerleşmesinden sonra Prinkipo, Prens’in Adası adını almıştır. Daha sonra takımadaların tamamı Prinkiponisos, Prenslerin Adaları olarak anılmaya başlamıştır.
Bizans döneminde Konstantinopolis büyük surlarla korunurken Adalar terk edilmiş ve düşman kuşatmaları sırasında tahrip edilmiş. Bu durum yedinci ve sekizinci yüzyıllardaki Arap istilaları sırasında, İstanbul’un Venediklilerce ve 1204’te Dördüncü Haçlı Seferi şovalyelerince yağmalanması sırasında ve II. Mehmet önderliğinde Osmanlıların Bizans’ın başkentini ele geçirmesiyle sonuçlanan saldırıları sırasında da sürdü.
Adalar Osmanlı egemenliği altında güvendeydi ancak 1807’de Sir John Duckworth önderliğindeki İngiliz Donanması filosu Çanakkale Boğazı’ndan Marmara’ya geçmeye çalıştı ve Kınalıada’da demirledi ve Ege’ye doğru yol almadan önce on bir gün boyunca adayı bombaladı. Bizans döneminde Burgazada, Heybeliada ve Büyükada’nın nüfusunun neredeyse tamamını Rum balıkçı ve denizci aileleri oluştururken, Kınalıada’da Ermeniler çoğunluktaydı.
Osmanlının son dönemlerinde ileri gelen Türk ve Musevi aileler bazı yabancı diplomat ve iş adamlarıyla birlikte Büyükada başta olmak üzere Adalar’a yerleşmeye başladılar. Adalar’da halen önemli Ermeni ve Musevi toplulukları ile Rumlar var ama günümüzde ada nüfusunun büyük bölümünü Türkler oluşturuyor. “(1)
Büyükada Prens /Prenses Adaları adı verilen takımadaların en büyüğü. Oysa bu takım adalara Bizans İmparatorları Helence Prinkepos (Πρίγκηπος) adını vermiş. Nedeni de bu adaların prens ve prenseslerin sürgün yeri olmasıymış. Prinkipos Helence prens anlamı taşıyor. Adaların tarihi konusunda elde fazla belge yok. Belki Patrikhane kütüphanesinde bilgi vardır.
Günümüzde zenginlerin yazlıklarının bulunduğu adalarda farklı yerlerden göç etmiş bir ahali var. Çoğunlukla Türk. Eski Osmanlı ahalisi Rum, Ermeni ve Yahudi ahali iyice azalmış. Sanırım Arapların bu yoğun ilgisi onların da buralarda evler almasıyla sonuçlanacak. Adalar bir de Araplaşma sürecine girecek.
Adanın görünür yerlerinde ihtişamlı konaklar var. Konaklar İtalyan mimarlar tarafından Akdeniz stilinde ahşap ve taş kullanılarak inşa edilmiş. Zaman içerisinde tamir gören konaklar çağın gereği elektrik ve su tesisatları döşenmiş. Günümüzde bu konakların eski stilini koruyarak yeniden inşa edildiklerini görüyoruz.
Adanın en yüksek noktasında MS. 6. yüzyılda inşa edilen Aya Yorgi Kilisesi var. Kiliseye dik bir yokuş tırmanılarak ulaşılıyor. 23 Nisan ve 24 Eylül günlerinde burası ana baba gününe dönüyor. Aya Yorgi yani Aziz George Günü’nü 23 Nisan’da kutlanıyor. Doğu kilisesi takvimine göre bu 6 Mayıs’a denk geliyor. Kim bu Aya Yorgi? Ya da Aziz George? Atının üzerinde üzerinde kırmızı haçlı giysisiyle ejderhayı öldüren şövalye . Helence Γεώργιος Gergios; Helen kökenli Romalı komutan Hıristiyan olduğu gerekçesiyle o zamanın Roma imparatoru Diokletian (MS. 284-305 Gaius Aurelius Valerius Diocletianus ) emriyle 23 Nisan 303 tarihinde idam ediliyor. Ortodoks Doğu Kilisesi için koruyucu aziz. Kapadokyalı Gergios. Ejderhanın öldürülmesi efsanesiyle sembolleştirilen aziz aslında şövalye romantizminin tüm Avrupa’da fırtına gibi estiği dönemde ortaya çıkıyor. Beyaz atının üzerindeki şövalye prensesi ejderhadan kurtarıyor. Anlatılan egzotik hikaye bugünkü Libya topraklarında bir krallıkta geçer. Kötü kalpli ejderhanın kralla yaptığı pazarlığa göre her gün iki koyun karşılığında vebaya benzer mikropları etrafa salmayacaktır. Koyunlar biter sıra insanlara gelir. Her gün kurayla çekilen biri ejderhaya yemek olarak verilir.Günlerden bir gün sıra kralın kızına gelir. Kral kızının hayatını kurtarmak için altın vereceğini söyler ama kimse çocuğunu kurban etmek istemez. Prenses kurban olarak ejderhanın bulunduğu bataklığa götürülür. Tam o sırada beyaz atlı bir şövalye ortaya çıkar. Eğer Hıristiyanlığı kabul ederlerse onları ejderhadan kurtaracağını söyler. Kral kabul eder. Şövalye ejderhahı öldürür. Kral ve tüm şehir Hıristiyan dinini kabul ederler. Efsane böyle. Kiliselerde atının üzerinde ejderhayı mızrağıyla öldüren Aya Yorgi ikonası ya da kabartması çok yaygın. Büyükada Aya Yorgi kilisesi giriğinde de kapı üzerinde kabartma olarak bulunuyor.
Dilekçiler diyorum ben o kadınlara. Çoğu okumuş yazmış modern kadınlar. Ellerinde ipliklerle mumlarla her 23 Nisan günü Büyükasda’nın yolunu tutuyorlar. Bu kadınları psikolojisi çok ilginç. Çalışan kesim değil kesinlikle. Ev hanımı ya da ev kızı, dul olanlar çoğunlukta. Bunlar bir üst akıldan yardım istiyen yarı dindarlar. Piyango bileti alır gibi mum yakıyorlar. 23 Nisanda Büyükadaya , ayın birinde Unkapanındaki Meryem Ana kilisesine gider mum yakarlar. 6 Haziranda Hıdırellez’de sahil kenarına gün doğumunda taşlara dilek tutup taş dizerler. Dilekleri tutarsa şeker dağıtırlar. İyi niyetli sosyal bir etkinlik denebilir. Yıllardır sürüyor. İstanbul yaşamının bir çok rengi var. Bu da onlardan biri. Yıllardır süregiden gelenekler bunlar. İstanbul’a 90’lardan sonra gelenler bu geleneklere ayak uyduramaz. Anadolu kökenli olan kadınlar buralara gelmezler. Günaha girmekten dinden çıkmaktan korkarlar. Onlar Eyüp Sultan’a, Süleymaniye’ye giderler.
Büyükada’ya bir de hiking amaçlı gelenler var. İskeleden Aya Yorgi Kilisesi’ne gidiş geliş 8 km. “Aya Yorgi Trail”. Hikingciler dışında kimse tarafından bilinmiyor. Patika işaretli de değil. Limandan 4 km. orman içi patikadan yürünerek Aya Yorgi Kilisesi’ne tırmanılıyor. Zor bir tırmanış. 325 m. tırmanıyorsun. Orman daha doğrusu koruluk içinden geçerek yürüyorsun. Kilisede dilek mumu yaktıktan,öğle yemeğinden ve fotoğraf çekiminden sonra dönüşe geçiyorsun. Bu kez farklı bir orman yolu patikadan. Bu kez 325 metre iniyorsun. İstendiği taktirde parkura 4 km. daha ilave etmek mümkün. Dileyenler parkurun GPS koordinatlarını aşağıda verdiğim linkten indirebilirler.(2)
(1) http://www.adalarturizm.org/cms/tr/tarih/tarihte-prens-adalari
(2) http://tr.wikiloc.com/wikiloc/view.do?id=15546695