web analytics

Bu hafta sonu bir doğa  grubu ile kısa bir Bithynia/Bitinya seyahatine gidiyoruz. Bu grupla ilk kez yürüyeceğim. “Kültürel Gezi” olarak tanımlanıyor. Uzun bir süredir yapmayı planladığım bir seyahat bu. Orta ve Batı Karadeniz bölgeleri keşfedilmeyi bekliyor. Özellikle de sonbahar aylarında. Yenice Ormanları’nı bir yıl önce fotoğraflamıştım. Kısa bir programdı. Yeniden daha yoğun bir program düşünüyorum. Gecesiyle gündüzüyle, çadırlı.

Doğu Karadeniz bölgelerini yeterince tanıdığımı düşünüyorum artık. Doğu Karadeniz’de daha gitmediğim görmediğim çok yer var ama nedense oralara gitmek içimden hiç gelmiyor. Örneğin birkaç kez niyetlendim ama Kaçkar  zirvesi yapamadım. İsmimi yazdırdığım tur iki kez iptal edildi. Pokut Yaylası’nın o  klasik fotoğrafını da bir türlü çekemedim. Sisten göz gözü görmüyordu. Yağmur sis şeklinde yağdı durdu inadına. Saatlerce bekledim ama ne fayda. Gito Yaylası’nda da o öyle olmuştu. Bu yaylaların dumanı hiç eksik olmazmış. Ne yapmalı? Belki de pansiyonlardan birine yerleşip inadına fotoğraf ışığını beklemeli. Fırtına Vadisi’nin doğu tarafında kalan yaylalara da gidemedim. Ama artık içimden gelmiyor gitmek. Bu yaz ayaklarım geri geri gitti. Bir türlü yapamadım.

Birkaç nedenle: Birincisi ve en önemlisi oralarda   değişim gösteren ve doğayı hızla tahrip eden Doğu Karadeniz halkı. Doğayı korumak için yıllardır mücadele eden Fırtına insiyatifi, Yeşil Yol ve Cerattepe direnişçilerini, merhum Kazım Koyuncu’nun arkadaşlarını azalmış olsalar da tüm doğa aşıklarını ayrı tutarak söylüyorum.  Siyasi mi yoksa değil mi bilinmez  maddi çıkarlar sağlanarak lümpenleştirilmiş ekonomik olarak dönüştürülmüş bir ahali“. Yeni Türkiye” ahalisi. İnşaat ve maden ocağı sektöründe ihale kazananların çoğunluğu nedense bu bölgeden. Öne çıkan prototipler var: Erkek, orta ya da lise ikiden terk, öfkeli, asık suratlı, her şeyi bilen, dindar, kalender, mert, doğru sözlü  havaları içinde kabadayılık taslayan bir figür. Öte yandan bu özelliklerin çoğunluk için birer maske olduğunu anlıyorsunuz. Özellikle   “muhafazakarlık” , “mertlik” maskesiyle ortaya çıkardıkları gerçek karakter  mide bulandırıcı seviyelere geldi. Söz konusu olan muhafazakarlık maskesi  inanılmaz boyuttaki maddi çıkarlarla ve etrafa yapılan gösterişle  alakalı. Ramazanda göstere göstere oruç tutulup iftar ediliyor. Cuma günleri en önde saf tutup sağa sola baş selamı dağıtmalar, kurban kesip dağıtmalar hep törenle.  Rüzgâr nereden eserse o yana dönen iş bilen adamlar. Çoğu özellikle de bölgesel esnaf   gerektiğinde hem solcu hem sağcı manevralar yapabiliyorlar.

Trabzon ve Rize yaylaları  Arap sermayesinin insafına terk edilmiş durumda. Tur düzenleyen şirketler de bin bir türlü şaklabanlık yaparak bu vahim tablonun üstünü örtmeye çabalıyorlar. Trabzon Uzungöl’ün etrafı betonla sarıldı. Tüm oteller ve villalar kanalizasyonlarını göle deşarj ediyorlar. Çamlıhemşin kasabasının ortasından Fırtına deresi geçer. Kasaba halkının tüm kanalizasyonu, çöpü dereye deşarj edilir. Kadınlar pencereden aşağına çöplerini hiç çekinmeden dökerler. Utanmazlar bile.  Mümkün mü?

Birinci turist grubu yeşil  “cennet” i bulmaya gelen çöl Araplar’ı. Körfez ülkelerinden ve Suudi Arabistan’dan gelen hali vakti yerinde orta sınıf aileler. İki üç karılı bol çocuklu kalabalık aileler. Trabzon havaalanında bir araba kiralıyorlar. “Booking.com” marifetiyle rezervasyon yaptıkları Ayder otellerini, pansiyonlarını dolduruyorlar. Marketlerden alışveriş yapıp dere kenarlarında, boş buldukları çimenlik alanlarda  mangal yapıyor tüm çöplerini de Fırtına deresine  atıyorlar. Fırtına bakalım daha ne kadar dayanacak?

İkinci grup çoğunlukla İstanbul’dan gelen “doğa sever” Yuppie’ler. Trabzon havaalanına inen İstanbullu YUPPIE o kadar bunalmış ki, çerçevesinden çıkmak için dünden hazır zaten. Üst düzey yöneticilik yaptığı kurumda sahibi her an değişebilecek bir masada oturmuş bürokrasi oyunu oynayanlar da var, kendi işini yapanlar da. Yaş grubu 35-45 arası. Çoğunlukla “single” kadın.  O makina parkından uzaklaşmak için  aslında bahane arıyorlar zaten. Minibüse biner binmez bu bunalımdaki arkadaşlarımıza  derhal Karadeniz müziği hoparlörlerden boca edilmeye başlanıyor. Patlak hoparlörlerden popüler Laz havaları servis ediliyor. Otelde geceleri rakılama  ve horonlama. Tüm hafta boyunca minibüsün teybi hiç susmayacak. Kısa ya da uzun minibüs yolculuklarında Karadeniz rock  müziği tanıma fırsatınız olacak.  Türkiye’deki turizm anlayışının bir göstergesi bu. Minibüse ya da tekneye binen turiste yüksek volümlü müzikle hizmet etmek. Türk turizm anlayışının en önemli parçası. Yürüyüşlerinde bile müzik dinleyenler var. Bölgede çok iyi müzisyenler var. Kemençe, tulum, saz veya gitar çalan yetenekli insanlar her yaylada var. Gito yaylasında Koçira’da dinlemiştim bir kaçını. Aralarında plaklar çıkaran, konserler veren değerli müzisyenlerin de olduğu bir geceydi. 2500 metrede dolunay ışığında söylenen “sevdaluk” ve “direniş”  türküleri canlı canlı.

Hadi geceleri anladık. Biraz alkol bilinç altının kapaklarını açıp ferahlık sağlayabilir ama gündüzleri neden doğanın sesini dinlemesin ki insan? Yüksek yaylalarda sis (duman) gelirken bile kendine özgü bir ses çıkarıyor. Kaçkarlardan kopup gelen derelerdeki suların şırıltısı ise hiç te yabana atılır gibi değil. Bunlara ilaveten yüz binlerce çiçeğe konup kalkan arı  ve böcek ordularının çıkardığı seslere karışan kuş cıvıltılarını da ilave edelim. Hiç eksik olmayan yağmurun sesiyle bir doğa senfonisi dinliyorsunuz esasında. Yeterince müzik var esasında. Dinlemeyi bilenler için. Tek yapmanız gereken şey. Susmak ve sessiz olmak.

Doğu Karadeniz’de doğa  o kadar güzel ki her olumsuzluğu  unutmaya, Yuppie’lerin bücürümlerini dinlemeye de aldırmazsınız.

Denklem son derece basit. Gruplarla daha az paraya seyahat edersin ya da tek başına iki üç mislini ödersin. Huzur bedava olmuyor. Karar senin. Bu sene kararsız kaldım. Trabzon havaalanına indiğimi ve bir otomobil kiralayarak  Pokut yaylası’na Sevinç Abla’nın pansiyonuna yerleştiğimi hayal ediyorum. Bu hayalin bedeli bir hafta için dört bin TL. Turla gitsem bunun yarısını öderim. Fark büyük. Hayaller pahalı.

Doğu Karadeniz’e değil de  Batı Karadeniz’e yönelmemin ana nedenlerinden biri de tarihi. Uzun süre Lykia, Pisidia, Pmphyllia ve Frigya ile ilgilendikten sonra sıra Bithynia’ya geldi. Güney insanlarından çok farklı kökleri olan Bithynia’lıların “Trak” oldukları söyleniyor. Biraz alıntıyla kaynaklarımızdan faydalanalım:

“Bitinya (Yunanca Bithinia , Bithinis ), Küçük Asya’nın kuzeybatısında, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Phrygia, Galatia, batısında Propontis, doğusunda Paflagonya ve Galatia’yla sınırlanmış, bugünkü Bursa, Kocaeli, Sakarya, Bilecik, İznik, Düzce, Yalova, Bolu, Kastamonu, Bartın ve Zonguldak illerinin bulunduğu coğrafi alanın, antik çağ ve sonrasındaki adı olup MÖ 2.000 yılın ortalarında Trakya’dan göç eden Bittni adlı kavim tarafından işgal edilmiş ve MÖ 2. yüzyılda bir krallığa dönüşmüşse de, M.Ö 74 yılında Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altına girmiştir.”

İki bin yıllık Bithynia tarihini bana kalırsa çok kestirmeden giderek özetlemiş. Öncelikle coğrafi konumunu veriyor. Sonra “Trak” değil “Bittni” halkı olduklarını söylüyor. Bu iki konuyu incelemekte fayda var.

Birincisi bu insanlar hakikaten nereden geldiler? Hangi dili konuşuyorlardı, kültürel yapıları nasıl oluşmuştu, inanışları neydi?

Bu sorulara cevap ararken Bithynia ‘nın Roma hakimiyeti öncesinde sekiz asırlık bir krallık olduğunu öğreniyoruz.

 

Kaybolup giden binlerce yıllık döşeme patika göç yolunu Amlakit ile Hazindağ arasında ormanın içinde bulabilirsiniz. İşte orada döşeme taşların üzerinden akan suların arasında yabani roka yaprakları yetişiyor. Onlardan yiyeceğiniz kadar köklerini koparmadan toplayın. Bulut denizine bakarak o yaprakları yiyin.

“Bithynia İÖ 560’larda Lydia kralı Kroisos tarafından ele geçirildi. Ancak Kroisos’un (Karun) İÖ 546’da Pers Kralı Kyms’a (Keyhüsrev) yenilmesi üzerine, Bithynia’da da Pers egemenliği dönemi başladı. İÖ 430’lara değin süren bu dönemde Pers-Yunan çatışmaları yaşandı ise de, kıyı kentleri bir tür özerk konumlarını sürdürdüler. İÖ V. yüzyılın sonlarına doğru bağımsız Bithyn prensleri, bölgede yaşayan toplulukları birleştirerek krallığın temellerim atmaya başladılar. Bu önderler arasından adları günümüze değin ulaşabilenler Deodalses, Botiras ve Bas’tır. Hellenistik Çağ’da İskender’in orduları Bithynia’nın güneyinden dolaşarak geçtiler ve bölgeye herhangi bir zarar vermediler. Bu dönemde bölge, Büyük iskender’e bağlı “Paphlagonia ve Bithynia satraplığı” adıyla örgütlendi. Ancak Bithynia önderi Bas (ÎÖ 377-327), bu bağımlılığa karşı koydu ve kıyı kentlerini tehdit altına aldığı gibi, kendisini cezalandırmak üzere gönderilen satrap Kalas’ı da yenilgiye uğrattı. Onun oğlu Zipoites (İÖ 327-279), Hypsos savaşını kazanan ve Bithynia üzerinde egemenlik kurmak isteyen, İskender’in generallerinden Lysimakhos’u (İÖ 360 – 281) durdurdu, ardından Nikaia (İznik) yöresini ülkesine kattı ve İÖ 279’da “kral” sanını aldı.”

 

Krallığın nasıl kurulduğunu özetleyen yukarıdaki yazı MÖ 560 yılından başlıyor. Öncesiyle ilgili bir bilgi yok. Bin dört yüz yıllık tarih karanlıklardan bize göz kırpıyor. MÖ. 560-279 arasında Lydia, Pers ve Helen güçlerinin etkisi altında kendini savaşların ortasında bulan Bithynia halkları eminim çok kayıp verdi.

Alıntılara devam edelim.

“Zipoites, İskender’in ölümünden sonra kurduğu büyük imparatorluğu paylaşma savaşımına koyulan Antigonos’larla Seleukos’lar arasında denge siyaseti güttü. Bu arada Tios ve Kieros’u ele geçirdi. Seleukos’un ölümünden sonra yerine geçen oğlu Antiokhos I’i İÖ 280’de ağır bir yenilgiye uğrattı. Bithynia’nın bu ilk kralının aynı zamanda Prusa’nın da (Bursa) kumcusu da olduğu, ancak gelişiminin oğlu Prusias I dönemine rastlaması nedeniyle kente bu adın verildiği de öne sürülür.

Zipoites’in yerine, oğlu Nikomedes I (salt. İÖ 279 – 250) geçti. Krallığının ilk yıllarında, tahtta hak iddia eden kardeşi Zi-poites’le uğraşmak zorunda kalan Nikomedes, İÖ 278’de Galat’ların ve Herakleia’nın yardımıyla kardeşini yenerek egemenliğini pekiştirdi. İÖ 264’te bir süre önce Lysiruakhos tarafından yıkıma uğratılan eski başkent Astakos’un karşı kıyısında ve eski Olbia’nın yerine Nikomedia’yı (İzmit) kurdu, burayı başkent yaptı. Bastırdığı para örneği günümüze değin gelen ilk Bithynia kralı Nikomedes I’dir.

Oğlu Ziaeles de (salt. İÖ 250 – 228), önceleri babası gibi tahtta hak iddia eden üvey kardeşiyle savaşmak zorunda kaldı. Döne-minde krallığın sınırları doğuya doğru genişledi, Krateia (Gerede) ele geçirildi, günümüzdeki Bolu’nun yakınlarında bulunan Bithynion kenti olasılıkla onun zamanında kuruldu. Ancak bu kentin kurucusunun babası olduğu da öne sürülür.

Bithynia Krallığı en parlak dönemini Zi-aeles’in oğlu Prusias I (salt. 228 – 182) zamanında yaşadı. Bu dönemde Bithynia zenginleşti ve genişledi. İÖ 227’de bir deprem sonucu yıkılan Rhodos’a yardım edildi. İÖ 220’de Rhodos’la Byzantion arasında başgösteren savaşta, Prusias Rhodos yanında yer aldı ve Byzantion’un Karadeniz kıyı bölgelerini ülkesine kattı ise de imzalanan barış antlaşması gereği buraları geri verdi.

Makedonyalı Philippos V’in kız kardeşi ve Demetrios Altolikos’un kızı olan Apameia ile evlenerek Makedonya ile dostluk kurdu. Makedonya ile Roma arasındaki deniz savaşında, deniz filosunu Makedonya’nın yardımına gönderdi. İÖ 205’te Bergama’ya savaş açarak kral Attalos I’i, işgal etmekte olduğu Yunanistan’dan çekilmek zorunda bıraktı. Bir süre sonra Marmara’daki Hellen kolonisi Kios’la (Gemlik) savaşa girdi. Yardımına koşan Makedonya Kralı Philippos V, Khalkedon (Kadıköy), Myrlea (Mudanya) ve Kios’u ele geçirerek Prusias’a verdi. Myrlea’ya, Prusias’ın eşinin adından Apameia, Kios’a da Prusa ad Mare denildi .Pnısias’ın Bithynia’da iki kente daha adı verildi; bunlar Olympos Mysios (Uludağ) eteğinde kumlan Prusa ad Ölympum (Bursa) ve Prusa ad Hypium’dur (eski Kieros).

Prusias, Anadolu’daki Seleukoslarla Roma arasında süregelen savaşlarda, Romalı Scipio ailesinden komutanların Bithynia’ya saldırmayacakları konusunda güvence vermesi üzerine tarafsız kaldı. Ancak İÖ 189’da imzalanan Apameia antlaşmasının ardından, göz koyduğu bazı toprakların  Kral Eumenes II’ye verilmesi üzerine, bu sıralarda kendisine sığınmış bulunan ünlü Kartacalı asker, bilim ve devlet adamı Hannibal’in de teşvikiyle Bergama’ya saldırdı. Deniz savaşında Hannibal’in Bergama donanmasını bozguna uğratmasına karşın, Prusias kara savaşında Eumenes’in kardeşi Attalos karşısında yenilgiye uğramaktan kurtulamadı. Roma araya girerek, Pnısias’ın kesin yenilgiye uğramasını engelledi, ancak karşılığında Hannibal’in teslim edilmesini istedi. Prusias’ın bu isteği kabul ettiğini haber alan Hannibal önce kaçmaya çalıştı, ancak kurtulamayacağını farkedince Gebze yakınlarında intihar etti. Prusa’nın (Bursa), aktarımlara göre Prusias zamanında, Hannibal’in planlamasına göre kurulduğu kabul edilir .

Prusias I’in ölümü üzerine, tahta oğlu Prusias II (salt. İÖ 182 – 149) geçti. Kendinden öncekilerin sürdürdüğü Bergama düşmanlığı bu kral döneminde terk edildi. ÎÖ 179 yılında Bithynia Krallığı, Bergama ve Kappadokia’nın yanında savaşa katıldı. Bu arada babası gibi o da Makedonia ile akrabalık ilişkisi kurdu ve Kral Perseus’un kız kardeşi Apama ile evlendi (Myrlea’nın Apameia adının bu kraliçeden gelmiş olabileceği de öne sürülür). Ancak İÖ 171’de Makedonia ile Roma arasındaki deniz savaşında Roma’dan yana oldu. Roma’ya çağırıldı ve İÖ l67’de Roma’da senato tarafından parlak bir törenle karşılandı. Prusias, çocukluğundan itibaren Roma kültürü almış ve buna göre eğitilmişti. Dolayısıyla Roma’ya aşırı bir güven beslemekteydi. Ancak bu aşırı güvenle, yürüttüğü dostluk siyasetinden vazgeçerek 10 156’da Bergama’ya savaş açması, tam bir düş kırıklığına uğramasına yol açtı. Bergama topraklarını ve hatta Bergama kentini ele geçirmesine karşın, Roma’nın müdahalesi üzerine geri çekilmek ve ayrıca savaş ödentisiyle 20 savaş gemisi vermek zorunda kaldı. Bu düş kırıklığından dolayı, eğitimini Roma’da yaptırdığı ilk eşinden doğan oğlu Nikomedes’in yerine, ikinci eşinden olan oğlunu veliaht yapmak istedi. Ancak Nikomedes, Epeiros Berenikes’te taç giyerek, Bergama kralının da yardımıyla babasına karşı ayaklandı. Bithynia’ya girdi, babasını başkent Nikomedia’da öldürttü ve yerine Nikomedes II Epiphanes adıyla kral oldu. İÖ 149 – 94 yılları arasında hüküm süren Nikomedes II, Bithynia’ya barış ve ekonomik refah getirdi. Halk tarafından sevildi. Sağlığında oğlu Nikomedes III (salt. IÖ 107 -90 ile saltanatını paylaştı. Ölümünden sonra oğlu Paphlagonia ile Kappadokia’yı ele geçirmeye kalkıştıysa da, Roma’nın müdahalesi sonucu çekilmek zorunda kaldı. Bu dönemde, artık Roma’nın Bithynia Krallığı üzerindeki egemenliği kesinleşmiş bulunmaktaydı.

Nikomedes III’ten sonra tahta çıkan Nikomedes IV Philopator (salt. ÎÖ 91 – 74) tam bir Roma uydusu ve zalim bir kraldı. Bir ara üvey kardeşi Sokrates yönetime karşı ayaklanarak, Pontus Kralı Mithridates’in de (salt. İÖ 132 – 63.) yardımıyla taç giydi ve yine Nikomedes adıyla para bastırdıy-sa da, Nikomedes IV Roma’nın desteğiyle tahtını geri aldı. Yine Roma’nın güdülemesiyle İÖ 88’de Mithridates’e karşı savaş açtı. Ancak Mithridates, tüm Bithynia’yı ele geçirerek Nikomedes’i tahtını terk edip kaçmak zorunda bıraktı (İÖ 84). Ne var ki, Dardanos antlaşmasıyla bir kez daha tahtına kavuşan Nikomedes, bu kez Roma senatosunun direktifiyle, ölümünde ülkesini Roma’ya bırakmayı kabul etti. İÖ 74’te ölümü üzerine, vasiyeti gereği Bithynia toprakları Roma’ya katıldı. Pontus Kralı Mithridates, vasiyeti tanımayarak Bithynia’yı yeniden ele geçirdi, çetin savaşlar sonunda İÖ 73’te çekilmek zorunda kaldı. Ancak Roma’yla çatışmalar, Mithridates’in İÖ 63’te ölümüne değin sürdü. Bu tarihten sonra Pontus ve Bithynia, “Pontus et Bithynia” (Hellence Pontus kai Bithynia) adıyla Roma’ya bağlı bir eyalet halinde yönetilmeye başlandı. Roma İmparatorluğu’nun İS 395’te ikiye parçalanmasında da Bizans’ın payına düştü.”

 MÖ.560 yılından itibaren süregiden taht mücadeleleriyle paralel giden önce Pers sonra Helen ve daha sonra Roma hakimiyet savaşlarında bu topraklarda çok kan akmış. Dokuz yüz yıldan fazla süren saltanatıyla kayda değer bir önem sahip olan Bithynia krallığı nedense bugün o bölgede yaşayanlar tarafından hiç bilinmiyor. Okullarda tarih derslerinde o bölgenin gerçek tarihi yer almıyor.  Oralarda bugün yaşayanlar kendilerinin oraya gökten zembille indiklerini düşünüyorlar her halde.

(Devam Edecek)

Bithynia Pontus Seyahatleri (Βιθυνία)

Post navigation