İstanbul’da yaşamanın getirdiği bazı güçlükler var; teknik zorluklar mı desek yoksa mega kent sancıları mı söylemek zor; ortada gerçekler var. Birincisi ve en önemlisi ekonomik koşulların göreceli olarak daha ağır olduğu. Yaklaşık yirmi milyondan fazla nüfusuyla bu megakent her bakımdan ve her alanda talep patlaması yaşıyor. Nasıl yaşamasın ki? Sonuç itibariyle her malın ve hizmetin alıcısı çok olduğu için fiyatlar durmaksızın artıyor. Bunda yönetimin yanlış politikalarının payı büyük esasında. Ama post-truth çağında her sorunun bir kontra hikayesi de anında yazılıp kamusal alana yükleniyor.
İkinci zorluk trafik. Ana arterlerde ve köprülerde yirmi dört saat trafik yoğunluğu var. Özel aracıyla yola çıkanların bu trafik yoğunluğuna tahammül etmesi gerekiyor. Bu megakentte yaşayanların her ne kadar “çağ dışı”, ne kadar saçma sapan olsa da yine de tevekkülle kabullendikleri bir fedakarlık bu. Köprülerde çok ciddi araç yığılmaları var. Her tarafından plansızca sıkıştırılmış bu kentin giderek ağırlaşan bir hacim sorunu var. Tek kelimeyle kapasitesini aşan plansız yapılaşmanın yarattığı alt yapı sorunu. Ağırlaştırılmış fedakarlıklara katlanan ahalinin özel arabasının konforunu toplu taşıma araçlarına tercih etmesi ise hiç anlaşılır gibi değil. Bu ayrıcalıklı seçkin İstanbullu günde 4-5 saat bu çileyi çekmeye razı oluyor.
Üçüncü zorluk ise yeşil alanların yok edilmesinin getirdiği değişik yaşam tarzı. Son yıllarda hızla yapılaşmaya açılan yeşil alanlar, ormanlar kentin havasını değiştirdiği gibi İstanbullu üzerinde betonlaşmanın yarattığı olumsuz psikolojik sonuçları da tetikliyor. Sosyal medyada sık sık paylaşılan öncesi-sonrası fotoğrafları doğa katliamının trajik boyutlarını da gösteriyor. Hafta sonunda doğaya gitmek isteyen İstanbullu aracıyla en az 2-3 saat yol gitmek zorunda. Yeni havaalanı projesi kapsamında yok edilen kuzey ormanları, megakente su temin etmek için yatağı değiştirilen akarsular ve yok edilen ekosistemler, kurutulan göller saymakla bitmiyor.
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu’nun (İKK) İstanbul’a dair hazırladığı rapor, şehirdeki çevre katliamına işaret ediyor. Rapora göre kentteki yeşil alanlar, tarihi miraslar, ulaşım ve hava kalitesi, kent silueti ciddi anlamda zarar görmüş durumda. Kentteki yeşil alan katsayısı %16 dan % 2’ye gerilemiş durumda. Bu oran dünya yeşil kentler standardında İstanbul’u en son sıraya taşıyor. Birinci sırada ise Oslo %60 ile yer alıyor. Marmara denizinin artık ölü bir deniz olduğunu da ilave edersek hiç te abartmış sayılmayız.
Trajikomik olan ise sorumlu mevkilerde bulunanların bu katliamları durdurmak için çaba sarf etmek yerine yeni katliamlara yol açacak projelere yol vermeleridir. Daha birkaç ay önce ülke orman varlığının üçte biri yangınlarla yok olurken, Marmara denizinden yükselen müsilaj tüm canlı yaşamını tehdit ederken sorumlu siyasi irade hamaset üreterek kaçış yolları deniyor. Hiçbir tedbir almadan, din adamlarının dualarına prim veriyorlar. Sorumlu bakanlar hala koltuklarında oturuyor yeni doğa tahribatı projelerine imza atıyorlar. Ne yazık ki yerel ahali başta olmak üzere ne muhalefet ne de halk bu katliamları durduramıyor. İktidara yakın medya ve cahil taban zaten hiçbir şeyin farkında değil.
Bu karabasandan kurtulmanın tek yolu keşfetmeyi planladığım doğa alanlarına ulaşmak. Covid-19 kısıtlamaları kalkar kalkmaz gezi projelerime ağırlık verdim. Bu yıl kapsamlı bir biçimde “Bithynia” bölgesini keşfetmeye karar verdim. Kabaca Anadolu’nun kuzey batısında yer alan doğa alanlarını keşfetmeyi planlıyorum.
Antikçağda Anadolu’nun kuzeybatısı “ Bithynia” olarak adlandırılmaktaydı. İlkçağ tarihçilerine göre Bithynia Havzası olarak adlandıracağımız coğrafi bölgenin kuzeyinde Pontus Euxenius (Karadeniz), batısında Propontus (Marmara Denizi) ve Hellespontus (Çanakkale Boğazı) ve Rhyndakos (=Kocaçay), güneyinde ise Sangarios (=Sakarya) nehirleri bölgenin sınırlarını belirliyordu.
Yaşlı Plinius Historia Naturalis adlı eserinde Bithynia’da 12 tane kent devleti olduğunu bunların sırasıyla:
CaesareaGermanice, Apamea, Prusa, Prusias ad Mare, Nikaia, Nikomedia, Prusias ad Hypius, Iuliopolis, Bithynium-Claudiopolis (=Bolu), Creteia-Flaviopolis, Khalkedon ve Byzantium, olduklarını belirtmektedir.
Öncelikle bölgenin tarihi coğrafyasını araştırdığımızda MÖ. 9. Asırla MS. 4. Asır arasındaki zaman diliminde (on üç asır) siyasi değişimin ve savaşların bu kentlerin bir çoğunun etnik ve kültürel kimliğini değiştirdiğini söylemek mümkündür.
Bolu yöresine ilk yerleşenlerin “Bebrikler” olduğu sanılmaktadır. Bebrikya adıyla anıldığı sanılan bu yöreye İ.Ö. 8.yy sonra batıdan gelen Bithynialılar yerleşti. Daha sonra Bithynia olarak adlandırılan bu topraklardaki başlıca yerleşme yerleri Kienos (daha sonra Prusias, bugün Konuralp) ile Bithynion (bu günkü Bolu)’du. İskender’in ölümünü izleyen dönemde Bolu yöresinde bağımsız Bithynia Krallığı kuruldu.
Roma döneminde Bithynium olarak anılan kente İmparator Cladius’un hüküm sürdüğü yıllarda Cladiopolis adı verildi. İ.S.12 yy. başlarında İmparator Hadrianus’un sevgilisi Antinoos’un doğum yeri olması nedeniyle önem kazanan kent daha sonra Hadrionapolis olarak adlandırılmaya başlandı.
Bir piskoposluk merkezi olan ve Bizans döneminde Polis denen kenti, 11.yy’da yöreye gelmeye başlayan Türkmenler Bolu olarak adlandırdılar. Günümüz vilayet yapısına göre Bolu’nun, batısında Düzce ve Sakarya, güneybatısında Bilecik ve Eskişehir, güneyinde Ankara, doğusunda Çankırı, kuzeyinde Zonguldak ve kuzey doğusunda Karabük İlleri yer alıyor.
Bölgenin kuzeyinde doğu batı ekseninde uzanan Kaplandede ve Orhan Dağları yükseltileri 1000 m. civarındadır. Daha içerideki dağlar ise Göl Dağı, Sünnice Dağı, Bolu Dağı, Elmacık Dağı ve Keremali Dağlarıdır. Bu dağların en yüksek noktaları 2.000 m.ye yakındır. Daha güneyden geçen ve Bolu İli’nin önemli bir kesimini oluşturan en yüksek sırayı ise Köroğlu Dağları, Seben ve Beylik Dağları oluşturur. Bu sıranın en yüksek noktası ise (Köroğlu Tepesi) 2.499 metredir.
Göller bakımından da zengin bir coğrafyadır. Abant Gölünün gideğeni olan Bolu Suyu (Büyüksu) ile kaynaklarını Çağa Gölünden alan, Mengen Çayı birleştikten sonra il sınırları dışında Devrek Çayı adıyla, Filyos Çayına katılır. Filyos Çayının başlangıç kolu sayılan Gerede Çayı, Köroğlu Dağlarındaki Aladağ’ın kuzey ve doğu yamaçlarından doğar. Güney, güneybatı ve batı kesimden çıkan Kirmir, Aladağ, Çatak, Göynük, ve Mudurnu Çayları, il sınırları dışında Sakarya Irmağına katılır.
Denizden yüksekliği 1.325 m. ve kapladığı alan 125 Ha. olan Abant Gölü, Yeniçağa İlçesi’nde denizden yüksekliği 989 m. olan tektonik oluşumlu Yeniçağa Gölü, Göynük İlçesi’nin 11 km. kadar kuzeyinde heyelan sonucunda meydana gelen ve 15 Ha. kaplayan Çubuk Gölü, yine aynı ilçenin 27 km. doğusunda denizden yüksekliği 820 m. olan ve 18 Ha. kaplayan Sünnet Gölü, Kıbrısçık-Beypazarı yolu üzerinde 1 Ha. kaplayan Karagöl, Mudurnu-Akyazı yolu üzerinde Karamurat Gölü ve Milli Park alanı ilan edilen Bolu’nun 42 km. kuzeyinde Yedigöller (Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, İncegöl, Sazlıgöl) dir.
Bölgenin yaylaları gerek orman dokusu gerekse de verimlilik ve temiz havasıyla doğaseverlerin dikkatini çeker[1]. Bolu, Sakarya ve Düzce yaylaları 1000-2000 m. İrtifalarda yer alırlar. Karadeniz kıyıları bitki örtüsü iç kesimlere göre daha farklılık gösterir. Karma orman yapısı özellikle kayın, akçaağaç gibi yaprak döken ormanların bulunduğu kuzey kesimlere karşılık güney bölgelerde iğne yapraklı ormanlar hakimdir. Sonbahar mevsiminde karma ormanlardaki renk dokusu fotoğraf severler için doğal bir stüdyo gibidir. Bu nedenle ekim ve kasım aylarında bu bölgede fotoğraf çekmek için seyahat ederim. Gidilecek yer konusunda da seçici olmak gerekiyor. Son 5-6 yıldır Yedigöller, Yenice gibi gerçekten sonbahar renklerinin efsane oluşumlarının bulunduğu yerlerde fotoğraf çektim. Bu yıl daha önce gitmediğim yerlere gitmeyi planlıyorum.
[1] Aladağ Yaylaları, At Yaylası: Kızık Yaylası : Kıbrıscık Yaylaları, Belen, Karaköy, Kökez, Bölücekkaya, Karadoğan, Yazıca ve Deveören yaylalarıdır. Gerede Yaylaları : Gerede’nin güneyinde 1200-1500 m. yükseklikte bulunan bu yaylalar, Haşat, Zorpan ve doğu Köroğlu dağları üzerinde bulunur. Mengen Yaylaları : İlçenin doğusunda yer alan başlıca yaylalar Sarıklı, Soğucak, Mile, Sepetçiler yaylalarıdır. Göynük Yaylaları : 1000-1500 m. arasında bir şeritte sıralanan yaylaların en önemlileri Karabey ve Kaşıkcı yaylalarıdır. Seben Yaylaları : Kiraz dağı çevresinde toplanmış ortalama 1400 m. yükseklikte olan bu yaylaların en önemlileri Gerenözü, Taşlıyayla ve Kızık yaylalarıdır