web analytics

Yüzyıllar boyunca Müslümanlığı bahane ederek hamaset üreten ve kaba güce ve tarıma dayanan bir  kültün sanayileşme hamlesini yapmış batı karşısında pek şansı yok. Yabancı güçlerin kendi çıkarlarını düşünmeyecekleri saflığını da göstermemiz doğru olmaz. 1811 yılında Napolyon Fransa’nın çıkarları doğrultusunda her cephede savaş çıkarmaktan çekinmiyordu. İngiltere gerek Fransa gerekse de Rusya tehdidine karşı Osmanlı ordusunu öne sürerek kendi askerini  tehlikeye atmaktan kaçınıyordu. Balkanlarda ortaya çıkan  huzursuzluklarının  arkasında batılı devletler ve Rusya vardı. Çarlık Rusya’sı sıcak denizlere inmek istiyor ve etnik unsurları kışkırtıyordu. Batılı devletler ise etki alanlarını genişletmek ve endüstrileşmenin getirdiği fazla üretimi satacak yeni pazarlar arayışındaydı. Orta doğu topraklarındaki zengin petrol rezervlerinin paylaşımı ise İngiltere ve Fransa’nın elde etmek için savaşlar çıkartmaya yeter sebeplerini oluşturuyordu.

 17-18. asırlardaki Osmanlı İmparatorluğu sahip olduğu geniş topraklarda sürdürdüğü kötü idare ve baskının sonucu olarak isyanlarla baş etmeye çalışıyordu. İmparatorluk başta Yunaistan olmak üzere  Balkanlardaki tüm topraklarını bir asır süren huzursuzluklar sonunda kaybetmiştir. Leake’in gezilerini bu perspektif altında incelediğimizde giderek çöken bir imparatorluğun hangi sebeplerle çöktüğünü günlüğünde doğrudan olmasa bile satır aralarında okuyabiliriz. Özellikle yerel idareciler ve yerel halk ile kurduğu ilişkilerde yansıttıkları bana kalırsa kaybolan imparatorluğun sinyallerini veriyor. Somut örnekler olmasa da yerel ağa’nın ve fakir halkın, yabancılara karşı olan düşmanca tutumunun ardında elindekileri kaybetme korkusu yaşayan insanların korkusu saldırganlığı getirmektedir. Leake kitabında siyasi olaylara değinmez sadece arkeoloji ve coğrafya konularında fikir beyan eder.

History of the Russo-Turkish wars – Wikipedia

Siyasi olarak 1810 yılları 2. Mahmud’un padişahlık dönemine rastlar. II. Mahmud imparatorluğun en zor dönemlerinden birinde 1808-1839 yılları arasında batı ülkelerine yüzü dönük bir idare yürütmeye çalıştı. Balkanlardaki huzursuzlukların sonucu olarak 1821 yılından itibaren Yunanistan’ın özgürlük isyanları şiddetlenerek imparatorluk topraklarının tam ortasında milliyetçilik ateşinin yanmasına neden oldu. Batılı devletlerin de desteğiyle Yunanistan bağımsızlığına 1832 yılında kavuştu. 2. Mahmut Yunanistan’ı bağımsız bir devlet olarak tanımak zorunda kaldı. Frenk seyyahların Osmanlı topraklarında seyahat etmesini kolaylaştıran aslında 2. Mahmut yönetimidir. Saray bin bir entrikanın döndüğü bir tiyatro sahnesi gibidir. Güç dengesini oluşturan yeniçeri ordusunun sarayla ilişkisi kimin padişah olacağını da belirlemektedir. Vezir Alemdar Paşa’nın tahta çıkmasına yardım ettiği İkinci Mahmud idari reformların yapılmasında ciddi bir pay sahibidir. Nitekim 1839 yılında tahtı Abdülmecit’e bıraktığı vakit hazırladığı reformlar arasında Tanzimat fermanı da vardı. Bu da zaten Osmanlı idaresinin ne kadar çağ dışı olduğunun bir kanıtıdır. Tüm dünya etnik savaşlarla çalkalanırken nüfusunun üçte ikisi farklı din ve etnik kimliğe sahip bir imparatorluğun çözüm üretmek yerine kaba güç kullanmayı tercih etmesi ancak ve ancak tüm dünyaya kapalı bir toplum yapısıyla izah edilebilir. Tanzimat fermanı yüz belki de iki yüz yıl geç kalmıştır. Eğer 1639 veya 1739  yılında yayınlansaydı çok farklı bir imparatorluktan söz ediyor olabilirdik.   

Leake’ın kitabının yayınlanmasıyla özellikle coğrafya, arkeoloji ve tarih alanında çalışmalar yapan batılı seyyahların dikkatleri Anadolu’ya çevrildi. Yanlış anlaşılmaların önüne geçmek adına Leake’in yayınlarının bazı çevrelerin ileri sürdüğü gibi askeri stratejik öneminden çok onun antik dünya ile ilgili yapmış olduğu keşifler dikkat çekmiştir.  Antik kent kalıntılarının bulunduğu Ege ve Akdeniz sahillerinde gezi ve kazı yapmak isteyen birçok batılı üniversiteye ruhsatlar da İkinci Mahmud zamanında verilmiştir. Otuz bir yıllık padişahlığı süresince ikinci Mahmud’un reform hareketleri yaptığı tarih kitaplarında abartılarak anlatılmaktadır. İslahat yani reform hareketi bana göre son derece yüzeyseldir. Yeniçeri askeri gücünün kontrol edilemez hale gelmesi acaba nasıl izah edilebilir? İmparatorluğun idari yapısı her geçen yıl daha da bozulurken isyan edenleri yok etmeye çalışmak bir reform hareketi olarak tanımlanmak isteniyor. Askeri güç yani yeniçeriler artık padişahın, vezirin  kim olacağına karar verecek ya da kararları etkileyecek güce erişmiştir. Ben hiçbir tarih kitabında yeniçeri ocağı yapısının bilimsel eleştirisine rastlamadım. Aynen diğer Osmanlı idarecilerinin yöntemlerinin analiz edilmediği gibi. Nedense hep uçuşan kelleler, değişen padişahlar, vezirler, savaşlar ve isyanlardan söz eden ilkokul seviyesinde yazılmış bir tarih anlayışından ve bunu kabullenen Türk elitlerinden söz eden kimse yok. TV programlarına abone tarih profesörlerinden hiç biri örneğin II. Mahmud’un tahta çıkışını ve iktidar olduğu 31 yıl içinde verdiği yanlış kararlarla meydana gelen katliamları, kaosu açıklamaya cesaret edemiyor. Neden? Kimden korkuyor bu kocaman profesörler? Tüm dünyanın bildiği ama Türkçe eserlerde yer almayan ikinci Mahmud dönemi  katliamları ve yanlış idari kararları tartışma imkanımız yok. Aradan 150 sene geçmiş olmasına rağmen.

2487829 (dergipark.org.tr)

Battle of Konya | Summary | Britannica

War of Greek Independence | History, Facts, & Combatants | Britannica

 Chios / Χίος | (ieg-differences.eu) 

 Öte yandan her ilde kurulan üniversitelerde akademik araştırmalar kapsamında eğer yüksek lisans ve doktora tezi konuları seçecek olsam İkinci Mahmud dönemini mercek altına alırdım. Öncelikle tahta çıkışı sürecinde yani 1808 yılı ile 1820 yılı, daha sonra 1821 -1829 ve son dönemi olan 1830-1839 yılları arasındaki imparatorluğun siyasi, ekonomik ve sosyal olaylarını da içine alan tez çalışmalarının yapılması için çaba gösterirdim. Burada özellikle Osmanlı, Rus, İngiliz, Fransız, Amerikan, Vatikan, Ortodoks Patrikhanesi, ve diğer kaynakların taranması için ısrarcı olurdum. Bu dönemle ilgili sübjektif çalışmaların siyasi amaçlara hizmet etmek amacıyla yapıldığını görmemek mümkün değil. Dört yüzyıl boyunca hakimiyetiniz altında olan Balkanların ayaklandığını göremeyen bir imparatorluk bürokrasisi ve hiyerarşisinin verdiği yanlış kararlarla kaç masum insanın öldüğü de çok önemlidir.

Şimdi bu aşamada Frenk seyyahların söz konusu yıllarda yayınladıkları seyahatnamelerde antik Yunan uygarlığının öne çıkarılarak  batı kamuoyuna sunulmasının stratejik nedenleri de yok değildir. Durup dururken Yunan ayaklanmasının ortaya çıkmasının mutlaka bazı sebepleri olmalıdır. Türkçe kaynaklarda “Mora Ayaklanması” olarak söz edilirken  yabancı kaynaklarda “Greek revolt”, “Greek independence war” gibi terimler kullanılmaktadır. Neden Makedonya değil, Arnavutluk değil, Moravia değil de Yunanistan?

1800 yıllarından itibaren Anadolu’yu keşfe gelen Frenk seyyahlar “Antik Yunan” , “Hellen”, “Greek cities” ,vb. gibi terimleri kullandılar. Bu tanım aslında doğru değil. Likya, Lidya, Kilikya, Psidia, Miletos, gibi her antik kentin kendi özelliğiyle ilgili bir terim kullanmak gerekliydi. Oysa hemen hemen tüm Frenk seyyahlar  genel bir terim olan “Greek” tanımını kullandılar. O dönemde batıda yaratılan nostaljik antik Yunan medeniyeti imajını daha da güçlendirmek için kullanılmış olabilir. Bu konu Azra Erhat ve Halikarnas Balıkçısı eserlerinde daha detaylı dile getirilir. Daha sonra Prof. Dr. Fahri Işık konuya ilişkin bir kitap yazar:

Yunan değil Anadolu uygarlığı – Cumartesi Sabah Haberleri

  Emre Kongar: Mitoloji: Yunan mı, Anadolu mu? (cumhuriyet.com.tr)

Microsoft Word – 00_ic_ kapak_35.doc (dergipark.org.tr)

Bütün bunlar aslında cevaplanması gereken ama cevaplarken de özgün kaynaklara (belgelere) dayandırılarak analiz yapılması gereken akademik çalışmaları gerektirmektedir. Son yıllarda bu konulara ilgi duyan bazı tarihçilerin makalelerini görmek mümkün. Örneğin Alaaddin F. Paksoy, “The meaning of the Greek revolt of 1821”. Aşağıdaki link üzerinden makale İngilizce olarak okunabilir. Diğer iki link ise Türk tarihçilerin bakış açılarını yansıtması bakımından mutlaka dikkate alınmalıdır.

1593361 (dergipark.org.tr)

Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora’daki Türkler Nasıl Yok Edildiler? | Nisan 1998, Cilt 62 – Sayı 233 | Belleten

2504434 (dergipark.org.tr)

 Yunanistan nasıl bağımsız oldu, 200 yıl önce neler yaşandı? – BBC News Türkçe

İkinci Mahmud dönemi üzerinde bu kadar durmamın nedeni aslında bugünün sorunlarının o yıllardaki sorunlarla  benzer yönlerinin bulunmasıdır. Osmanlı toplumunun askeriye-reaya ayırımından öte askeriye içindeki din adamlarının yani ulemanın devlet içinde hukuk alanında da  söz sahibi olmasının  siyasi kararlara doğrudan müdahale ederek padişahtan bile etkili olmasının idari yapı üzerinde olumsuz etkileri giderek artmış devlet acil ve çok ciddi sorunlarına çözüm üretemez hale gelmiştir. 1789 yılında Fransa’dan tüm dünyaya yayılan “milliyetçilik” akımı başta Osmanlı topraklarında çoğunlukta olan Rum ve Ermeni milletleri üzerinde giderek Balkanlarda hızla yayılmıştır. Osmanlı idari yapısı bu etkilerin sonuçlarını hiçe sayarak entegrasyon ve diğer çözümleri üretmek yerine kaba güç göstermeyi tercih etmiştir. Kendilerini Ortodoks Hıristiyan ve Osmanlı tebaası olarak tanımlayan insanlar bu kaba güç gösterileri sonucunda yeni bir kimlik arayışına girmişlerdir. Yüz binlerce masum insanın ölmesine sebep olan yanlış kararların neticesinde 1821 yılında Pelepones katliamı daha sonra sakız katliamı ve 1827 yılında Navarin deniz savaşı ve  1829 yılında Edirne’de masaya oturup Yunanistan devletini tanımak zorunda kalan 2. Mahmud yönetimi hiçbir zaman kaybettiği canların ve toprakların hesabını vermemiştir.    

58343 (dergipark.org.tr)

374623.pdf (sakarya.edu.tr)

Saltanat yandaşları yani monarşistler ve Osmanlı hayranları  İkinci Mahmud’un ıslahatçı büyük bir lider olduğunu cumhuriyet döneminde bile okullardaki tarih kitaplarına nasıl olduysa  yazdırmışlardır. Aynı propaganda makinası Osman Hamdi Bey’in en büyük Türk arkeoloğu olduğunu ve vatana sayısız hizmetler ifa eden başarılı bir ressam olduğu imajını da beyinlere kazımayı başarmıştır. Oysa Yaşar Yılmaz’ın “Osman Hamdi Bey’in öteki yüzü” adlı kitabında okuduğumuz kadarıyla lise mezunu, tarihi eser kaçakçılarından komisyon alarak zenginleşen bir oportünist olduğunu öğreniyoruz. Tarih yazıcıların yalanlarla dolu siyasi içerikli hikayelerine artık herkesin karnı tok. İkinci Mahmud saltanatı değil sorunları çözmek giderek çözülemez hale getirmeyi başarmıştır. Şekil itibariyle yapılan yenilikleri değişim olarak nitelendirenlerin yanıldıkları günümüzde bile belirgindir. Batılılaşma hareketini kıyafetle başlatan İkinci Mahmud’un halkın düşünce yapısını değil, kıyafetleri değiştirmekle batılılaşmanın gerçekleşeceğine inanıyor olması kayda değer. Aydınlanmanın Osmanlı toplumunda gerçekleşmemesinin ana nedeni, İkinci Mahmud ve onun gibi merkezi idarenin kaba güç kullanarak şekil itibariyle yenilikleri halka zorla kabul ettirmek olduğuna inananların iktidarda oluşudur. Bu doğal sosyal akışında ilerlemeyen reformlar yönetimin tepeden dayatmasıyla zorlayarak gerçekleştirildiğinde reformlar kalıcı olmuyor. Halk yeniliği içselleştiremediği için yüzeysel bir değişim yaşanıyor. İkinci Mahmud yönetimi “Batılılaşma” kampanyasında halkı değişime zorlamıştır. Halk değişimin gerektirdiği düşünsel olgunluğa erişmediği için de baskı ortadan kalkınca eskiye dönmeyi tercih etmiştir. Bu reform baskısı günümüze kadar süregelmiştir. Ne yazık ki cumhuriyet yönetimi de aynı yöntemi uygulayarak halka  baskıyla değişim yapmaya çalışmıştır. Günümüzde de açıkça görüldüğü gibi baskı bir süre sonra kendi zıt fikirlerini beslemeye başlıyor: cumhuriyet reformları da yeterince taraftar bulmamıştır. Bunun nedenleri vardır. Bu yazıda bunun detayına girme imkânımız yok. Benim  önemle üzerinde durduğum konu, yüz yıl süresince Frank seyyahların Anadolu’daki gezilerinin amacının ve sonuçlarının incelenmesi için hangi yöntemin kullanılmasının doğru olduğudur. Bir yanda çökmeye başlayan ve metrekare metrekare eriyen bir imparatorluk öte yanda yaşadığı coğrafyanın tarihini bilmeyen kimliğinin farkında olmayan bir halk. Bugün bile bazı Anadolu’nun bazı vilayetlerinde  kendilerini “Müslüman” kimliğiyle tanıtan ama ulus bilinci olmayan büyük bir topluluğun varlığını biliyoruz. Osmanlı geleneğiyle çoğalan  bu grubun fanatik din adamları yönlendirmesiyle cinayetler işlediğini de Madımak ’ta ve başka olaylarda gördük. Şiddet sarmalı sanki genetik bir kodlama gibi belirli bir insan tipinde ortaya çıkıyor.

Balkanlar

Post navigation