Kazdağları fotosafari yolculuğuna tüm covid-19 yasaklarının kaldırıldığı tarih olan 1 temmuz, 2021 Perşembe günü başlıyoruz. Yolumuz üzerinde bulunan iki kuş gölünü de ziyaret ederek gideceğiz: Leylek gölü Uluabat ve tepeli pelikan gölü Manyas gölleri. Bu gölleri yıllardır gelip geçerken görürüm ama hiçbir zaman yakından görmek için vaktim olmadı.
Bu seyahatin birkaç amacı var: birincisi kısıtlamalardan giderek katılaşan ve kapanan ruhumuza biraz olsun özgürlük aşılamak, ikincisi uzun süredir yapmayı düşündüğüm Kaz Dağları keşif gezisini gerçekleştirmek, üçüncüsü ise ileriye dönük olarak sonbahar ve kış fotoğrafları için çekim mekanları ve lojistik destek aramak.
Kadıköy’den otomobille Uluabat Gölü’ne eski adıyla Apolyont gölüne olan uzaklık 190 km. Yapılan hıza ve trafik yoğunluğuna göre yaklaşık iki saatlik bir yol. Telefonumuzdaki “navigasyon programı” yardımıyla şaşırmadan leylek köyüne varıyoruz.
Kuş gözlem kulesinin de bulunduğu bu köy “leylek dostu köy” olarak biliniyor. Apolyont gölü konusunda bilgileri Uludağ Üniversitesi’nden İsmail Yaşayanlar’ın 2015 yılında Kayseri’de yayınlanan “Bursa’nın Yanıbaşında bir Zenginlik Kaynağı Apolyont (Uluabat) gölü “adlı makalesinden yararlanarak derledim.[1]
Gölün kapladığı alan 136 kilometre kare olarak ölçülmüş. En derin yeri 5 metre, ortalama derinlik ise 2-3 metre olarak tespit edilmiş. Gölün Antik Çağda Uluabat ve Susurluk çaylarıyla Marmara denizine bağlanmasının bölge ticareti açısından önemi büyükmüş. Gölün kıyısındaki Miletopolis (Mustafakemalpaşa) ve Apollinia ad Rhydacum (Gölyazı), Mihaliç (Karacabey), Kite (Ürünlü) yerleşimleriyle ipekböceği ve diğer tarım ürünlerinin ticareti ile tanındığı belirtiliyor. Gölün üç büyük adasında yerleşim var. Bugünkü adlarıyla “Kız”, “Halil Bey”, “Aya Konstantinos adaları dahil gölde 11 ada varmış. Göldeki iki yarımada da binlerce yıldır yerleşim görmüş. Batıdaki yarımada Eskikaraağaç doğudaki yarımadada ise Gölyazı köyleri yer alıyor. Gölü besleyen ana aktör Atranos (Orhaneli) çayı. Anlaşıldığı kadarıyla birkaç yüz yıl önce gölün akarsuları üzerinde ticaret gemilerinin çalıştığı, yoğun bir ticaret hayatı olduğu anlaşılmaktadır.
Köyün girişinde bir çok tanıtım levhası konmuş. Leyleklerin korunduğu özel bir bölge. Ulusal medyada Eskikaraağaçlı bir balıkçının kayığına konan leyleğin fotoğrafını gördüğümü hatırlıyorum. Muhabir hikayenin cazibesini artırmak için her yıl aynı yere ve aynı kayığa konan leylek olarak yazmış. Bir de ad vermiş. Doğru mu bilemem. Ama yine de hoş bir hikaye. 9 yıldır göç dönemlerinde gelip ilkbahar ve yaz mevsimlerini burada geçiren ‘Yaren’ adlı leylek ile balıkçı Adem Yılmaz’ın dostluğunu konu alan insanlarla leyleklerin dostluğuna vurgu yapan güzel bir haber. Eskikaraağaç 2011 yılında Avrupa Leylek Köyleri Ağı’na dahil edilmiş. Avrupa Tabiat Mirası Vakfı tarafından berat verilmiş. Burası korunması gereken bir sulak alan. Ramsar sözleşmesine göre bazı önlemler alınmış. Leyleklerin göç yolu üzerinde yer alan Apolyont gölünün hazin bir hikayesi de var. Bilindiği gibi bu coğrafyanın Hıristiyan ahalisi ulusalcı politikalar yürüten şoven yönetimler tarafından göçe zorlandı. Osmanlı imparatorluğu çökerken ciddi zoraki nüfus hareketleri uygulanmış. Son kalan ahali de 1923 mübadelesinde Yunanistan’a göçe zorlanınca gölün kıyısına başka diyarlardan gelenler yerleştirilmiş. Bu gün aradan nesiller geçmesine rağmen acı dolu yaşam ve ölüm hikayeleri anlatılmaya devam ediyor.
Asıl ismi Apolyont ama ulusalcı bürokrasi köye “Eskikaraağaç” adını yakıştırmış. Gölyazı köyüne 6 km. uzaklıkta. Gölyazı doğa gruplarının çok ziyaret ettiği bir yer. Gölün eski adı “Apolyont”. Kültürel anlamda sadece mübadele dönemiyle değil Bitinia olarak bilinen zamanda da kültürel anlamda da önemli bir şehir.
Bölgenin tarihi coğrafyasını tanımak için yeterli kaynak da yok. Elimdeki kaynakları yeterince taradığımı da söyleyemem. Rhyndacus Nehri (Karacasu) yoluyla Marmara Denizi’ne bağlanan Mysia bölgesinin en doğu şehirlerinden biri olan “Apollonia ad Rhyndacum” dan Strabon söz ediyor. Kentin Apolloniats Gölü kıyısında olduğunu belirtiyor. Rhyndacus (Karacasu) çayı yakınında olduğu için, Rhyndacus yakınındaki Apollonia olarak bilinir. Kentin Roma Dönemi sikkelerinde Apollonia’nın koruyucu tanrısı, aynı zamanda kehanet, müzik, sanat ve ışığın tanrısı Apollon yer almaktadır. Roma devrinde Adramyteion (Edremit) ve Kyzikos’a bağlı olan Apollonia, diğer Anadolu kentleri gibi en parlak dönemini MS. 1yy’dan itibaren yaşadığı tarihçilerce belirtilmektedir.
Gölü uzaktan görüyoruz. Öğle vakti olduğu için gölün üzeri sisle kaplı. Tarım alanlarıyla çevrilmiş göl Anadolu’nun diğer köşelerinde gördüğümden hiç te farklı değil. Aşırı sulama, HES ve diğer bilim dışı müdahalelerle yaralı bir göl daha. Kuruyan alanlar hemen tarım alanına dönüştürülmüş. Gölün suyunu analiz etmeden bir şey söylemek zor ama aşırı atık su deşarj edilen göllerin uzun vadede şansı hiç yok. Uludağ Üniversitesi çevre mühendislerinden Güray Salihoğlu ve Feza Kazas’ın 2005 yılında İTÜ dergisinin Cilt 15, sayı 1-3 de yayınlanan makalelerinde ekolojik olarak Uluabat gölünün kötü drenaj suları ve çevre derelerle taşınan sediment yüküyle “tatlı su” özelliğini kaybederek ekolojik bir risk içinde olduğu son on yılda gölün %12’sinin yok olduğu belirtiliyor. Hep aynı senaryo sürüp gidiyor aslında. Yerel idareler ve yetkili bakanlık burada da diğer yerlerde olduğu gibi (Salda Gölü, Burdur Gölü, Mekke Gölü, vb.) tehlikeyi siyaseten hasır altı ederek gelecek siyasi oluşumlara fatura etmektedirler. Son yıllarda çevre konularında çok sık rastladığımız bu “benim elim yanmasın, seninki yansın” tavrı, Anadolu’nun uluslararası sözleşmelerle de korunması gereken doğal alanlarını (Ramsar) ekolojik risk altına sokmaktadır.
Kuş gözetleme kulesine çıkıyoruz. Göl kıyısında çepeçevre yürüyüş ve bisiklet yolları yapılmış. Uluslararası Leylek toplantısı için yapılan peyzajdan arta kalan kolaylıklar her halde. Gölde Sazan, turna ve yayın balığı varmış. Balıkçıların evleri kıyıya yakın yapılmış. Her balıkçının kendi özel iskelesi var da denebilir. Kayıklar kıyıya çekilmiş, ağlar kurumaya bırakılmış. Belli ki sabah erken saatlerde veya akşam saatlerinde balığa çıkıyorlar. Avrupa leylek köyü Eskikaraağaç haziran ile ağustos ayları arasında kırk ya da elli leyleğe ev sahipliği yapıyormuş. Afrika’dan gelen leylekler bizim beyaz leylek dediğimiz türden. Zaten kara leylekler insanlara bu denli yaklaşmaz.
Köyün içinde fotoğraf çekiyoruz. Fotoğraf anlamında kayda değer bir şey bulamıyorum. Zaman öğle vakti; ışığın en sert geldiği zaman. Göl kıyısında birkaç kayık görüyor onları fotoğraflıyorum. Bu köyün Gölyazı köyü gibi ilginç bir şehir planlaması ve mimarisi de yok. Bir leylek yuvası görmek amacıyla köyde yürüyüp duruyoruz. Tek bir yuva bile bulamıyoruz. Anayolun çıkışında idarenin tanıdık levhasını görüyoruz. Uluabat Sulak Alanı ve Kuş Gözlem Evi. Bir de leylek heykeli konmuş. Gözetleme kulesinin bulunduğu park alanında ziyaretçiler için tuvalet, oturma masaları, otopark peyzajı yapılmış. Bu hazırlıkları uluslararası toplantı için yapmış olmalılar. Gölün balıkçılıkla geçinen köy ahalisinin karnını balıkla doyurmaya ne kadar daha devam edeceği bilinmez ama görünen o ki giderek tuzlanan göl sularında yaşam mücadelesi veren balıkların yavaş yavaş yok olduğunu söylemek de mümkün.
[1]https://www.academia.edu/13899017/Bursan%C4%B1n_Yan%C4%B1_Ba%C5%9F%C4%B1nda_Bir_Zenginlik_Kayna%C4%9F%C4%B1_Uluabat_Apolyont_G%C3%B6l%C3%BC