web analytics

Antandros Antik kentini görmeye gidiyoruz. Antik kentin girişi problemli. Otoyoldan belli belirsiz bir toprak yola çıkış vermişler. Girişi ilk seferde kaçırdığımız için 5-6 km ileriye gidip geriye döndük. Sonra arkamızdan gelen araçları taciz ederek antik kentin girişinden girdik. Aslında bir zeytinliğe giriyorsunuz. Bir bekçi kulübesi var ama kimse yok.

Antik kent  olarak gezilebilen bölüm aslında kazı alanı. Fotoğraf çekmek için hiçbir yerden yaklaşılamıyor. Rezidans olduğu tahmin edilen bir yerleşimdeki bir yer mozaiği dışında kayda değer bir şey yok. Burada Ege Üniversitesi yüzey araştırması yapmış ama bulgular açıklanmamış. Tüm antik şehir tepenin altına gömülü de olabilir. Antandros adlı bir web sitesi var.[1] Sitede kapsamlı bilgiler yer alıyor. Prof. Dr. Gürcan Polat imzalı açıklamalar ileriye dönük bu alanda geniş kapsamlı çalışmalar yapılacağını gösteriyor.   

Bu yerleşkenin Antandros antik kentine ait bir Roma villası  olup olmadığı da tartışmalı. Literatüre bakılırsa bu tespiti bir Alman fotoğrafçı yapıyor.  Kazılar başladığında daha somut bilgiler ortaya çıkacaktır. Bu haliyle ziyaretçiler için büyük bir hayal kırıklığı. Kentin tarihinin beş bin yıl öncesine kadar gittiği konusunda iddialar da var.

Strabon’un Edremit körfezini anlattığı paragraftaki anlatımıyla çok farklı bir yer bekliyordum:

Lekton’dan Kanaia’ya kadar olan kıyıya Adramytteion Körfezi denmektedir. Bu körfezin başlangıç noktasını oluşturan burun üzerinde Gargara yer alır. Gargaradan sonra iç kısımda Antandros, bununda yukarısında Paris’in hakemlik yaptığı söylenen Aleksandreia Dağı bulunur. Ayrıca İda Dağı’ndan gelen kerestelerin pazarlandığı Aspaneus da burada yer alır. Daha sonra içinde Astyrene Artemis’i için kutsal bir alan bulunan Astyra köyüne gelinir. Astyra’nın yakınında Atinalılar tarafından kolonize edilmiş ve hem bir limanı hem de bir deniz üssüne sahip olan Adramytteion kenti yer alır.”

Antik kentleri gezerken bilerek gezmek çok önemli. Strabon’un iki bin yıl önce sözünü ettiği bu yer isimleri bugün artık yok. Neyin ne olduğunu anlamak için eski haritaları iyi okumak gerek. İmparatorluk çökerken Jöntürk ırkçı yaklaşımıyla tüm tarihi isim değiştirerek yeniden kurgulama merakında olan yönetimler kafa karıştırmaktan öte bir iş yapmamışlar. Kaybedilen topraklar bugünkü Türkiye yüzölçümünün neredeyse dört katı.  Yani bugün de olduğu gibi: Bol hamaset, bol post truth, bol dindarlık. Korkarım isimlerin şimdi de Arapça söylenmesini isteyen bir kesim var.

Unutmamak gerekir ki Jöntürkler hamasetle uğraşırken iki yüz yıldır Anadolu’da araştırma yapan Frenk seyyahlar keşiflerine keşif katıyordu. Entelektüel birikimi yeterli olan hiçbir Osmanlı aydını altı yüz yıl boyunca arkeolojik eserlere zerre kadar ilgi duymamıştır. 1842 yılında Alman fotoğrafçı Heinrich Kiepert’in, Avcılar Köyü camisinin duvarında Antandros isminin (Αντάνδρiων) geçtiği yazıtı keşfetmesiyle başlamıştır. Bu yazıtın cami duvarına nasıl geldiği de ayrı bir hikaye konusu olabilir. Troya’nın kazı işlerini üstlenen demiryolu mühendisi Alman  Heinrich Schliemann, bölgeden geçerken burada 1000 metre boyu olduğunu düşündüğü antik bir kent olduğunu saptamıştır. Hatta dervent adının Antandros isminden geldiğini söylese de sözlerinin doğru olmadığı J. M. Cook tarafından ileri sürülmüştür.

Kiepert’ten sekiz yıl sonra başka araştırmacılar bölgeyi ziyaret etmiş ve tespitlerde bulunmuşlardır. Örneğin Judeich şehri aşağı ve yukarı şehir olarak ikiye ayırmıştır. Sahillerin imara açılmasıyla birlikte karayolu ve yazlık ev inşaatları mantar gibi çoğalırken antik kent kalıntılarının bulunduğu mekanlar da tahrip olmuştur. Bugün Antandros antik kent nekropolünün bulunduğu bölgede yerleşim olduğu için kazıda bazı idari güçlüklerin çıkacağına kesin gözle bakılabilir.

Önerilen bir diğer doğal alan olan Şahinderesi kanyonuna bu mevsimde çok kalabalık olacağı için gitmemizi önermedi rehberimiz. Ama bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için ve  bir de kendi gözümüzle görmeden karar vermemizin  doğru olmayacağını düşündüğümüz için yine de yola koyulduk. Nihayetinde İda keşif gezisinin tüm bölgeleri kapsaması gerekir değil mi?

Sabah erkenden Şahin Deresi kanyonu için yola çıktık. Piknik alanı olarak biliniyor. Kültürel  açıdan Türkiye’de doğal alanlar piknik, mangal, vb. gibi  faaliyetler için kullanılıyor. Batıda iki yüz yıl önce başlayan “trekking”, “Hiking”, vb. gibi doğa sporlarının burada son otuz yılda başladığını düşünürsek tatil günlerinde aileler birlikte olacakları doğal alanlara yöneliyorlar. Bu günübirlik piknik gezilerine çoğunlukla iki veya üç kuşak aile bireyleri de katılıyor. Piknik alanı otoparkı olarak gösterilen alan esasında bir zeytin bahçesi. Araçlar diledikleri gibi park ediyorlar. Oto park alanından dereye iniliyor. Dere milli parkın kuzey batısında. Kuzeyden güneye 30 kilometrelik bir kanyonmuş. Kanyonun yürüyüşe uygun olmadığı ancak profesyonel kanyoncuların yetkili birimlerden izin almak şartıyla transit geçebileceği özellikle belirtiliyor. Kanyon geçişlerinde çoğunlukla özel ekipman gerekiyor. Giriş ücreti 9 Tl. Ücreti alan kamu kuruluşu değil anlaşıldığı kadarıyla. Mafya kılıklı sert bakışlı gençler grup halinde oturmuş çay içiyorlar. Eşkıya dizisi çekiliyor sanılabilir.

Otoparkta zar zor bir yer buluyoruz. Yanımızda getirdiğimiz kanyon ayakkabılarını ve şortlarını giyiyoruz. Vibran tabanlı ayak parmaklarını da kavrayan Keen marka ayakkabıları on yıldır giyiyorum, hala yepyeni. Kamera ve tripot yüklenip dereye iniyoruz. Suyun soğukluğu müthiş. Bütün gece karın ağrısı yapacak cinsten. Covid-19 kısıtlamalarının kaldırılışının üçüncü günü ve Cumartesi. Oluk oluk insan seli dere boyunca uzanıyor. Genel giyim erkeklerde kapalıysa uzun değilse kısa şort ve plaj terliği, kapalı kadınlarda türban ve pardösü, değilse şort ve plaj ya da boncuklu, kösele altlı terlikler. Genç çiftler kundaktaki bebeklerini de getirmişler, sulara bata çıka kayalıklardan düşe kalka ilerliyorlar. Yüreğimiz ağzımızda hayretle bu genç insanların cesaretli ilerleyişini seyrediyoruz. Türbanlı pardösülü yaşlı bir kadın ayağı  kayıp suya düşüyor. Suda  sürükleniyor. Arkadan gelen biri kadını bir avuç suda boğulmaktan kurtarıyor. Sudan çıkarıyorlar. Akrabaları yaygarayla sulara bata çıka ona doğru koşuşturuyor. Az ilerde küçük bir çocuk ağlıyor. Babası üç defa suya düşürmüş. Kıyafetleri günlük kıyafetler. Kadının biri terliğini arıyor, bir çocuk balık tutmaya çalışıyor. Tam bir tımarhane. Dere boyunca ilerleyip ilk şelaleye geliyoruz. Küçücük gölet insan dolu. Her tür insan var. Arap turistler ise hiç eksik değil. Erkeklerin üstü çıplak gözleri şortlu kızlarda, kadınları ise çarşaflı. Rehberimizin ne demeye çalıştığını anlıyoruz. Tahammül sınırını aştığım için geri dönme kararı alıyoruz. Şahindere kanyonu artık bir başka zamana kalıyor.


[1] https://antandros.org/antandrosun-tarihi/

Antandros Antik Kenti

Post navigation