web analytics

Binlerce yıl önce tanrılara kurban olarak tanrılara neler sunulduğu ya da takdim edildiği  arkeolojik kazılarda elde  edilen bir  kil tabletlerde açıkça belirlenmiştir; örneğin bir tablette  kusursuz bir takdimin nasıl olması gerektiği belirtilmiştir.

 Buna göre takdimde, sadece arpa ile beslenmiş iki yaşında yirmi bir koç, sütle beslenmiş dört koyun, otla beslenmiş yirmi beş koyun, iki boğa, bir süt danası, sekiz kuzu, altmış adet çeşitli kuş, üç piliç, yedi ördek, dört tane de yaban domuzunun bulunması gerektiği belirtilmiştir.

 Kentlerin rahip krallar tarafından yönetilmesi, siyasi otoritelerin, dini güç kazanmalarını da sağlamıştır. Aslında eskiçağ  toplumlarında siyasi otorite ile dini otoritenin görev ve sorumlulukları iç içe geçmiştir.

Önemli dini tören ve ritüeller bizzat krallar ve şehir idarecileri tarafından yönetilmiştir. Bununla birlikte kurumsallaşmış rahip sınıflarının, giderek idari mekanizmalarda da çok aktif rol oynadıkları görülmüştür. Bazı rahiplerin kraldan daha fazla güç topladığı ve kralın tüm kararlarına ortak olduğu da görülmüştür. Krallar, tanrıların desteğini din adamlarının belirttiği şekilde almak zorunda kalmış, din adamlarının desteklerini yitiren idarecilerin krallıkta  büyük bir otorite sorunu olarak görülmüştür.

Tapınak ve saray iki önemli kamu yapısı askerlerin yardımıyla halktan topladıkları vergilerle siyasi güçlerini artırmışlar sonu gelmez isteklerle halkın tüm gelirlerini ellerinden almayı bilmişlerdir. Kent idarecisi ne yapıp edip istekleri yerine getirmekle yükümlüydü. Gerekirse kendi kaynaklarını harcamak zorundaydı. Aksi taktirde kafatası parçalanarak öldürülürdü.

“Iştar” için günde yirmi desti şarap, yirmi ekmek, yirmi kuzu, Enki için yirmi sepet  meyve, yirmi süt domuzu, yirmi desti arpa suyu, her sabah tapınak rahiplerine teslim edilir rahip ve rahibeler arasında paylaşılırdı. Özel törenlerde bakire kızlar, bakire oğlanlar da tanrılara adak olarak sunulurdu. Bu törenlerde özellikle dolunay zamanlarında mabette bakire kızlarla bakire oğlanlar çiftleştirilirdi. Doğan çocuklar özel olarak eğitilir ve mabette çeşitli görevlere atanırlardı. Mabetler büyüklüklerine göre görevli bulundururdu. Dini törenlerin organizasyonu ve yönetimi oldukça zordu. Törenlerde görevlerini başarıyla yerine getiren görevliler arasından rahip adayları seçilirdi. İlkçağ topluluklarında dini törenler kent yaşamının çok önemli bir bölümüydü. Rahipler hasat, ekim, av, doğum, ölüm, hastalık, savaş, vb. gibi konularda özel törenleri yönetmek üzere eğitilirlerdi. Uzun süren zor bir eğitim. Büyü, fal, kehanet de rahiplerin üst derecelerde yükseldikçe  öğrendikleri şeylerdi. Bilginin az doğa olaylarının çok olduğu çağda rahipler halkı korkutarak her istediklerini yaptırıyorlardı. Düğümler atılmış bir siyah ip bulunan evde “kara büyü” var demekti. Tapınak rahipleri nedense nüfuzlu ve zengin kişilerin evinde bulunan bu kara büyü işaretlerini bertaraf etmek için “beyaz büyü” yapmak zorunda idiler. Aylarca sürerdi kara büyüyü bozmak. Belirli bir töreni vardı. Rahip nasıl isterse öyle organize ederdi büyü seanslarını. Sonunda büyünün bozulduğu müjdesi bir kurban töreniyle  verilir ve karşılığında tapınağa kıymetli hediyeler vermek gerekirdi. Kara büyüsü çözülen tüccar bu görevi seve seve yerine getirirdi. Kehanet konusu büyü ile paralel gelişen bir dini törendi. Krallar, askerler ve tüccarlar hep geleceği bilmek isterlerdi. Rüyalarını yorumlatırlar su ve kemik falına baktırırlardı. Anadolu tüm kültür tarihi boyunca sayısız kehanet merkezi ortaya çıkarmıştır. Kralların ve kraliçelerin sıraya girdikleri kehanet törenleri  kurban kesimi ile başlar günlerce sürerdi.

Kehanet törenleri Anadolu antik tarihi için Bronz Çağı adı verilen dönem M.Ö: 3300 ile M.Ö: 1200 yılları arasındaki  sürede de vardı. Bu dönemde önce Hatti daha sonra M.Ö. 1600-1150 Hitit uygarlığının etkilerini görürüz. Demirin icadıyla birlikte daha sağlam silahlara sahip olan kabileler diğerlerine karşı üstünlük sağlarlar. Böylelikle de Demir Çağı’na geçilmiş olur. Tüm Anadolu’yu etkisi altına alan ve  Hatti’lerin yıkılışıyla  Geç Bronz çağı sona ererken her yerde kurulan bronz imparatorlukların çöküşüne şahit oluruz. Bu çöküşler ve savaşlar öncesinde büyü ve kehanetler önemli rol oynamıştır.

Erken demir çağının başlamasıyla birlikte özellikle Kuzeyden Anadolu’nun bereketli ovalarına demir kılıçlarıyla gelen savaşçı kabilelerin göçleri  başlar. Tarım alanları zenginleşerek diğer bölgelere üstünlük sağlamaya başlarlar. Tarım alanlarında çalışanların köleler olduklarını unutmamak gerekir. Kölelik o dönemde savaş esirlerine verilen sosyal statü olarak şehir vatandaşlarını ve toprak sahiplerini ayrıcalıklı bir konuma getirmektedir. Frigler de erken demir çağını yaşayan bir kabile olarak  henüz Bronz Çağını yaşayan Anadolu’nun Eskişehir Afyonkarahisar bölgesini işgal ederek şehirler kurarlar. Frigler Hititler’in yıkılış sürecinde yerel halkla birleşerek daha da güçlenirler. Zaten Anadolu’da Neolitik çağdan bu yana var olan ana tanrıça inanışı Kalkolitik çağı, Bronz çağı ve Demir çağı boyunca devam eder. Bu oldukça uzun bir süreçtir. Kadının dişiliği ve doğurganlığına dayanan bu inanç Hellen ve Roma dönemlerinde  de devam eder. Anadolu’da yapılan kazılarda elde edilen bulgulara göre ana tanrıçaya değişik adlar verilmiştir.

  Anadolu’nun kültür tarihini yorumlayan  araştırmacıların  çoğu  Ana Tanrıça kültünün başlangıcını M.Ö. 3000 yıllarına kadar götürüyorlar.  “Magna Mater” kültünün tarihsel süreç içinde hangi isimlerle anıldığını araştıran arkeologlar da var.

Kybele’nin ana yurdu neresidir diye sorsalar birbirinden farklı cevaplar alabilirsiniz. Ana Tanrıça kültünün en tanınmış olanı Kybele mi yoksa “Kumbaba” mı ? Yoksa “Artemis” midir? Söylemesi zor. Bu nerede  yaşadığınıza bağlı. Likya ve Pisidia bölgelerinde yaklaşık iki yıldır dere tepe antik kentleri geziyorum. Tarihi kalıntıların çoğu Roma döneminden kalma. Roma hakimiyetinin Anadolu’da hissedildiği  M.Ö. 200 –M.S.350 yılları arasında bu dönem öncesi uygarlıkların sırasıyla Hellen, Pers, Likya, Hitit ve öncesi dönemlerden kalan kültür mirasıyla senkretizasyon  sürecinde  kaynaşarak eklektik bir yapı oluşturdukları söylenebilir.

M.Ö. 540 yılında ünlü Pers generali “Harpagos” tarafından fethedilen Anadolu’nun bu tarihten önceki siyasi ve inanç tarihi soru işaretleriyle dolu.  Akademisyenler “Karanlık Çağ” adı verilen bir dönemden söz ediyor. Bu dönemin karanlık olarak nitelendirilmesi her şeyden önce belge yani bilgi olmamasından kaynaklanıyor. Eğer bir yerlerde bazı belgeler toprak altında henüz keşfedilmeyi bekliyorsa onları bulacak arkeologlara ihtiyaç var.

 Frigya bölgesi antik Anadolu coğrafyasının karanlık döneminin sonralarına rastlayan M.Ö. 1200 –600 ‘lere  tarihlenen döneminde Trakya ya da Makedonya’dan gelip yerel halkla kaynaşarak bir imparatorluk kuran “Trak”  halklarının yeni adıyla Frigler’in ana yurdu olduğu hipotezi üzerinde duruluyor. Özellikle de Troya savaşından sonra Trakya ve Balkanlar üzerinden göçlerin başladığını ileri sürenler var.   Akademik dünyanın üzerinde anlaştıkları tek konu Demir Çağı adı verilen dönemin başlangıcının bu göçlere neden olduğu.

O dönemi belgeleyen düşünürlerin eserleri Hellen döneminden başlıyor. Strabon bu önemli kişilerden biri. Öte yandan Hellen öncesi döneme ilişkin Anadolu krallıklarından herhangi birinden bir tarihçi bir yazar veya bir şair yok. Varsa bile ortada bir eser yok. Karanlık bir dönem. Bir Frig rahibi bir Gallos’un el yazması kitabı bulunmuyor. Bir Likya bir Lidya ya da Lykia  rahibinin eserleri ortada yok. Neden acaba? Bu kadar zengin  kültürleri  barındıran topraklarda neden hiç bu zenginliği belgeleyen kimse yok?  Likyalı ve Lydia ‘lı tarihçilerin varlığı biliniyor. Hellen öncesi dönemden kalan tabletlerin çözümlemesi mutlaka bazı konulara ışık tutacaktır. Yazılı kültür ile sözlü kültür arasındaki farkın en belirgin örnekleri yine Anadolu’da bulunabilir.  Doğu’nun mistik sözlü tarihi ile Batı’nın yazılı tarihi birleşince karanlıklar aydınlanıyor:  Lidyalı tarihçi Xanthus’un eserlerinde Kral Midas’dan söz ettiği bilinmektedir.  Midas ve oğullarının   Doğu’da Asur ve Urartu, Batı’da Lidya ve Hellen krallıkları ile anlaşmalar yaparak imparatorluklarını güçlendirdikleri fakat Kuzeyden gelen savaşçı bir kabile olan “Kimmerler” karşısında tutunamadığını başkent Gordion’un yağmalanmaktan kurtulamadığını  öğreniyoruz. Kimmerler başlarında efsanevi savaşçı Dougdamme olmak üzere Anadolu’da savaş rüzgarları estirdiler. Büyük şehirleri yıkıp yağmaladılar.

Kimmerler tüm Anadolu için bir tehdit oluşturuyordu. Birbiri ardından akınlar düzenlediler. Keskin demir kılıçları ve gözü kara savaşçıları vardı. Liderleri Dougdamme ‘ye çok güveniyorlardı. Önlerine gelen her şehri yağmaladılar. Frigya başkenti ve hazinesi ellerine geçti. Midas’ın ailesi civar şehirlere kaçarak canlarını kurtardı. Bu şehirler bir süre daha varlığını sürdürdü. Kimmerler  bu kez de Lydia krallığına saldırdılar. Lidya kralı Gyges’i yenilgiye uğratarak Sardes ‘i yağmaladılar. Önceleri savaşı kazandılar fakat daha sonra M.Ö. 650  yılında Dougdamme ölünce Kimmerler’in gücü azalmaya başladı. Orduları süratle dağılma noktasına geldi. Güçlü lider yok olunca hiyerarşik yapılanma da yok oluyor genellikle. Orduda isyanlar çıkmaya başladı. Asurlulardan yardım alan Kral Alyattes Kimmer topraklarına saldırdı.. Kimmerler ağır bir yenilgiye uğradı.  Bu yenilgiden sonra Kimmerler Anadolu’da tutunamadılar.  Kuzeye çekildiler. Frigya şehirleri kralları Midas’ı ve tanrıçaları Kybele’yi hiç unutmadılar. Anadolu artık bereketli ovaları ve doğal kaynaklarıyla paylaşılamayan bir coğrafyadır. Frigyalıların ana yurdu sürekli işgal altındadır. Her yeni güçlü kral Frigleri etkisi altına almaya çalışır. Kybele’nin çocukları kültürlerini muhafaza etmek için mücadelelerini sürdürürler. En sonunda Frigya adı M.S. 500 yıllarında Doğu Roma İmparatorluğu bünyesinde siyasi olarak ikiye ayrılır ve iki farklı ad verilir. Esaretle geçen   bin yıllık süreç içinde Frigya hafızalardan silinir yok olur.

Aslında Osmanlı ve daha sonra Cumhuriyet döneminde tarihi kendilerine göre   yazanlar Frigleri bir  paragrafla şöyle özetlemişler:

“Frigler, Ege göçleri sırasında Anadolu’ya gelerek M.Ö. 800 yıllarında Gordion (Polatlı) merkezli bir devlet kurdular. Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerlerin egemenliği altına giren Frigyalılara Persler son vermişlerdir.”

Orta öğretimde öğrenci bu halkın yani Frig halkının  dış göçlerle ortaya çıkıp bir medeniyet kurduğu sonra yok olup gittiği fikrine endeksleniyor. Burada bir medeniyete “son verme” kavramından neyin kast edildiği belli değildir. Bir “hegemonyal kültür politikası” gereği yapılıyor bu. Antik Anadolu Tarihinde on beş bin yıllık kültür mirasına hiçbir iktidarın  sahip çıkma niyeti yoktur. Anadolu’da hangi antik kente giderseniz gidin bu bölgeler yabancı  araştırmacılara terk edilmiştir. ”İslam  eserleri” ve “Türk” olarak tanımlanan yapıların ötesinde gerçek Anadolu mirasıyla belirli bir akademik azınlığın dışında kimse ilgilenmemektedir.

Anadolu’nun kültür tarihinin savaşlar değil inançlar haritasıyla nlaşılabileceğini düşünüyorum.

Anadolu Tanrıça Kültleri III

Post navigation