web analytics

 

Kapadokya foto-safari programında   aslında ilgimi en çok çeken Aladağlar bölümü idi. Sürekli fotoğraflarını gördüğüm, dağcıların anılarını dinlediğim dağlar. Dağlık Kilikya ile Kapadokya’nın sınırlarını oluşturan üç bin üstü sıradağlar. Eğer zirveler seni çekiyorsa git Emler vadisine kamp kur. Bir ay her gün bir zirve yap. Yine de üç bin üstü zirveleri bitiremezsin. Yaklaşık elli sekiz adet üç bin üstü zirve varmış bölgede. Demirkazık en gözde olanı. Sosyal medyada yayınlanan “külah çıkışı” fotoğrafları çok imrendirici. Ama herkesin harcı değil düz kayaya tırmanmak. Ben dağcı değilim. Öyle zirve merakım da yok. Zirveler ilgimi çekiyor ama zirve yapmak “olursa olur” parantezinde. Öte yandan üç binlik platolarda buzul gölleri arasında da çadır kurup trekking yapmak çok ilgimi çekiyor.

Bir Odysseia gibi. Sanki Odysseus’un gemileriyle  Ege denizinde sürüklenişi gibi bir gölden diğerine yürümek var. “Lotosyiyenler” ülkesindesiniz artık. Burada yürümek bu güzellikleri doyasıya seyretmekten alıkoyamazsınız kendinizi. Orada Hasta Hocanın gölünün kıyısında geçirmek istersiniz kalan ömrünüzü.  Ayrılmak istemezsiniz sarı çiçeklerden. Sonra geceler var. Uzun ve karanlık. Sayısız  yıldızlarla ve tanrılarla dolu bir gökyüzü. Hangi tanrıyı isterseniz orada işte. Bütün tanrıların yaşadığı samanyolu tam üstünüzde. Direktaşın üzerinden doğup tüm göğü kaplayacak. Sizi de içine alacak.  İşte Uranüs, işte Venüs diye çığlıklar atacağınız geceler eksik değil.

Aladağlarda ilkbaharda karlar erirken yirminin üzerinde göl oluştuğu sonra yaz sonunda on kadarının kuruduğu biliniyor. Yüksek bir tepeye çıkıp gölleri seyretmek var. Göl kıyılarında kimselerin görmediği endemik bitkiler ve çiçekler var. Gün doğumları var, gün batımları var. Sonra eğer şansın yaver giderse dağ keçileri, şahinler, kartallar ve akbabalar var. Bir rüya gibi Aladağlar. Ama geceler soğuk. Göllerin suyunu donduracak kadar soğuk.

Bu foto trekking doğa fotoğrafçısı Faruk Akbaş ve Niğde AKUT sorumlusu  Nedim Urcan’ın  ortak bir projesiymiş. Faruk Akbaş kaçırılmayacak bir fırsat diye anlatmıştı. Çok da haklıymış.  Aladağlarda dört gün fotoğraf çekmek trekking yapmak  için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Faruk Akbaş bu programdan söz edince hiç düşünmedim. Tuz Gölü gezisini ve Kayseri’de yılkı atları fotoğraflarını çektikten sonra Niğde’ye Ahmet Ağa’nın işlettiği Taurus Guest House’a doğru yola çıktık. Ahmet Ağa dört günlük Aladağlar lojistiğini sağlayacakmış. Çadır. uyku tulumu, kamp alanında mutfak hizmeti ve eşyaların atlarla taşınmasını Ağmet Ağa ve yardımcısı sağlayacakmış. Pansiyonda diğer dağcılarla  da tanışıyoruz. Biz FA fotoğraf grubu yedi kişiyiz. Faruk Akbaş, Ahu Akbaş, Kanat Akbaş, Gülay Sinan, Samanyolu Avcıları Kimeryalı Oktay, Ufuk Şahin ve ben. Bize başlangıç noktamız olan Sokullupınar’da katılacak olan dağcılar da var. AKUT Niğde sorumlusu Nedim Urcan, Cavit Ünlü, haritacı, dağcı ve fotoğrafçı Dursun Şimşek, Almanya’da yaşayan İrfan Şimşek, dağcılar  Doktor Oğuzhan Zengi, Doktor Şenay Pir Zengi  toplam on üç kişiyiz.

 

Taurus Guest House, Çamardı  Çukurbağ köyünde Aladağların eteklerinde bahçe içinde çok şirin bir pansiyon. Dört beş yataklı odalar, her odanın ayrı banyosu, tuvaleti  var. Klimaya gerek yok buralarda. Geceleri serin oluyor. Ben pencere açık uyurum, sabaha karşı pencereden buz gibi bir hava vuruyordu yüzüme.  Ne de olsa platodayız. Bin sekiz yüz metrelerdeyiz. Bir gece pansiyonda vücudu aklematize ettikten ve kalıp hazırlıklarımızı yaptıktan sonra sabah beşte hareket edeceğiz. Atların taşıyacağı eşyalar ayrılacak, yukarı çıkmayacak ağır eşyalar pansiyonda bırakılacak, Sokullupınar’a kadar dört çeker araçlarla gidiyoruz. Yol bir hafta önce yağan yağmurdan ciddi hasar görmüş. Toprak yol zaten sanki başka yer yokmuş gibi kurumuş dere yatağının içinden geçiyor. Sokullupınar dediklerine göre burada dağdan gelen suyun yarattığı pınar çok. Su bir yer bulup akacak. Çaresi yok. Akarken de minik heyelanlar olacak. Ahmet Ağa’nın dört çekeri eski model ama yoldaki hendekleri rahatlıkla atlıyor. Çamur dolu çukurlardan çıkıyor. Sokullupınar ‘ da  tur şirketlerinin özel kamp alanları var.   İki bin metrelerdeki kamp alanı ana baba günü. Farklı illerden gelen dağcılık kulüpleri, üniversitelerin dağcılık kulüpleri burada  çadır kuruyor hazırlıklarını tamamlıyorlar. Sonra bir de dönüşte eğer vakitleri varsa yatıp dinleniyorlar. Ahmet Ağa ‘nın da özel bir kamp alanı var. On  yıl önce Fransız ve Alman dağcıların tercih ettikleri bir bölgeymiş Aladağlar.  Büyük bir kıl çadır var. Burası mutfak ve genel ihtiyaçlar için ayrılmış alan. Düzlükte ise çadırlar için ayrılmış alan var. İsteyene çadır ve uyku tulumu kiralayabiliyormuş. Çadırı olanlar da çadırlarını kurabiliyorlarmış.  Yemekler dahil makul bir fiyat verilirmiş.  Genellikle Demirkazık tırmanışları bu kamp alanını kullanıyorlarmış. Ama son üç yıldır hiç yabancı dağcı gelmiyormuş. “İşler kesat” diyor Ahmet Ağa. “Eskiden iki ay çok yoğun çalışırdık. Fransızlar bana gelirdi. Bak bu çantayı da bana onlar hediye etti.” Millet marka altmış litrelik sırt çantasını  gösteriyor. Bugün yenisini almaya kalksan bin liradan aşağı değil.   Dağcılar öğleden sonra  gelip bir gece kaldıktan sonra sabah erkenden tırmanışa geçerlermiş. Buraya ulaşmanın en kolay yolu Niğde’ye otobüsle gelip oradan Çamardı minibüslerine binmekmiş. Dönüş yine aynı. Dağcıların çoğu bu yolu kullanıyormuş. Çıkışta bir gece inişte bir gece minimum iki geceleme tavsiye ediliyor. Ama bu tavsiyeye kulak asmayanlar çoğunluktaymış. Üniversite öğrencileri ve memurlar bu tavsiyeye uymuyor gelir gelmez dağlara atıyorlarmış kendilerini. Vakitleri yok.

Eğer yollar selden zarar görmeseymiş daha farklı bir rotadan çıkış yapacakmışız. Çaresiz daha uzun ve daha zor bir  rotadan tırmanacağız. Karayalak vadisine paralel geçiş yapıp “kapı” diye adlandırılan çıkışı da inişi de çok zor bir yerden geçtikten sonra Çelikbuyduran adı verilen pınarın bulunduğu boğaza   tırmanıp oradan da Emler Vadisi’ne geçeceğiz. Aşağı yukarı bin dört yüz metre yükseleceğiz. Zemin çarşak. Hiç sevmem çarşak zemini. Bilmeyenler için anlatalım “çarşak” kavramını. Ne demek çarşak zemin? Dağ yamaçlarında ısı farkıyla kayaların parçalanmasıyla oluşan küçük taşlarla kaplı zemin. Küçük taşlar öylesine yolu kapatır ki toprağı göremezsiniz. Bu zemine eğer dikkatle basmazsanız sanki ayağınızda paten varmış gibi bir anda tepetaklak gidersiniz. Genellikle çarşak zeminlerin iki yanı uçurumdur. Çok tehlikeli parkurlardır. Yer çekimi bir anda sıfırlanır ve elinizde yürüyüş batonu yoksa gittiniz demektir. İşte bu yüzden sevmiyorum çarşak zemini. Kapıdan sonra Çelikbuyduran boğazına kadar zemin çarşak. Bu zeminde yürümenin de bir tekniği var. Tüm dikkatinizi toplamanız gerekiyor. Adım atmadan önce batonunuzla bir sabit nokta arayıp bulacaksınız sonra ayak tabanınızla  taşları ayıklayacak şekilde yere sürterek toprak zemini bulacak ve oraya basacaksınız. Sonra diğer ayağınız. Yavaş ve emin adımlarla tırmanacaksınız. Siz o koşarak çıkanlara bakmayın. Aldıkları risk çok büyük. Bilek burkulması veya daha farklı bir sakatlık ölümcül olabilir. Dağdasınız ve sizi aşağıya indirmek için en az dört kişi gerekiyor. Çarşak iniş nispeten daha kolay. Ayaklarınızın topuklarına basarak yine taşları iterek sağlam zemin arayacaksınız. Aksi taktirde şansınız varsa kıç üstü oturup öyle yoksa yüzüstü aşağıya kadar kayacaksınız. Sürtünmeden ötürü ciddi sakatlıklar da olabilir.

Kapıyı geçtikten sonra Çelikbuyduran boğazı görünüyor. O kadar uzak ve dik görünüyor ki cesaretiniz kırılıyor. İrtifanın etkileri de yavaş yavaş belirmeye başlıyor. Nefesiniz sıklaşıyor. Daha sık mola vermek zorunda kalıyorsunuz. Önden giden grubu izliyorum. Daha az mola veriyor, daha hızlı çıkıyorlar. Bu arkadaşlar dağcı. Dağcının amacı belli: sırtındaki yükle en kısa sürede en yüksek performansla zirveye çıkmak. Zirvede dinlenmek. Bu tür tırmanışlarda en önemli konu. Sırtınızda taşıdığınız yük. Minimum yükle tırmanmanız gerek. Kaba bir hesap yaparsak toplam yükün on kiloyu geçmemesi ideal. Çantanın ağırlığı artı taşınacak su zaten beş kilogramı bulacak. Yiyecek, yedek çamaşır, yağmurluk/rüzgarlık, polar, şapka, gözlük, kamera derken zaten on kiloyu yakalıyorsunuz. Geri kalan çadır, uyku tulumu, mat, ocak, tabak çanak, vb. içlik, dış katman, bere, eldiven vb. ise on  ila on beş kilo daha ilave getirecektir. Yirmi beş, otuz kilo yükle dağlara tırmananlar da var. Ben Elmalı Akdağlar Kızlar Sivrisine kamp yüküyle yani otuz kilo yükle tırmanmıştım ama çektiğim zorluğu anlatamam. Kamp yükünü taşımak ayrı bir kondisyon gerektiriyor. Birlikte tırmandığımız Ankaralı bir dağcı boyundan büyük doksan litrelik sırt çantasını sorunsuz taşıyordu. Çantada neler yoktu neler. Kızlar Sivrisi  zirvesini yaptıktan sonra bize bakır cezvede pişirdiği kahveyi porselen fincanlarda ikram etmişti. On iki kişilik porselen fincan takımı taşırmış hep. Zirve kutlama kahvesi o arkadaşın özelliğiymiş. Üç bin irtifada içilen o zirve kahvesinin bende kırk yıl hatırı olacaktır. Ben çantamı hep ıvır kıvırla dolduruyorum. Yedek t-shirtler en az altı yedi adet. Rüzgarlık, fularlarım, yağmurluk, polar sonra kameram ve lenslerim, filitrelerim, yedek pillerim gözlüklerim, eldivenlerim, tozluklarım, mayo ve havlum (göllere gidiyoruz),powerbank’im., su ve yiyecek derken kilolar artıyor. Bu çıkışta Ufuk’un önerisiyle bir çok şeyi ayrı bir çantada ata yüklemeyi başardım. Dönüşte daha da seçici davranarak on kilonun altına düşmeyi hedefledim.

Sokullupınar start noktasında hazır bekliyoruz. Gün daha yeni aydınlanıyor. Saat 06:30, 3 Temmuz 2018. Grup liderimiz  Nedim Urcan, AKUT Niğde sorumlusu. Kim bilir kaç kez çıktı bu dağlara? Nedim Urcan’ın dağcılıkla ilgili tüm bilgileri ihtiva eden bir kitabı da var. Bölgedeki özellikle de Aladağlardaki tüm dağcılık faaliyetlerini o koordine ediyor.  Artçımız Dursun Şimşek. Tüm bölgenin haritasını çıkartan bir uzman, fotoğrafçı ve daha bir çok özelliği olan bir arkadaş. Tırmanmaya başlıyoruz. Biz fotoğraf çekmek için buradayız diğerleri zirve (ler) yapmak için buradalar. Belli ki grupta kopmalar olacak. Bu kaçınılmaz. En azından benim hiç kendimi paralamaya niyetim yok. Bizim fotoğraf çekme amacıyla geldiğimiz zaten biliniyor. Nedim Urcan  bizim grubun temposundan hiç memnun değil. Samanyolu avcılarından Kimeryalı kendini zorlayarak grupla birlikte hareket etmeye çalışıyor. Geçirdiği ağır hastalık nedeniyle midesinin büyük bir bölümü alınmış. Sanırım akciğerinde ve kalbinde de sorunlar var. Böylesine zorlu bir tırmanışa normal şartlarda katılmaması lazım. Ama çok kararlı. Kendine olan güveni için, yaşam sevinci için bu seyahate katılmış. Saygı duymak gerek. Herkesin hayran olduğu bir cesaretle hayatını riske atarak bu foto/trekking’i tamamladı. Hayran oldum.

Kapıya kadar iki grup arası fazla açılmadan geldik. Daha sonra liderimiz Nedim Urcan  haklı olarak ön grubu alıp arayı açıyor. Biz Dursun Şimşek’le kendi tempomuzda yürüyoruz. Çarşak zemin asap bozuyor. Arada durup fotoğraf çekiyorum. Karayalak Vadisi’nin  sağ yanında konglomera kaya oluşumları dikkat çekiyor. “Kapı” dedikleri yer aslında kayaların arasından geçen yarı açık bir tünel. Tünel  duvarları nemli. Bu nemle yetişen mavi renkli kaya menekşeleri var. Bu satırları yazarken bir yandan da araştırıyorum. Bu çiçeklerin adı ne olabilir? Katalogdan bakmak gerek. Alpin minesi ya da “Miyosotis alpestris subsp. Alpestris” olabileceği ihtimali var. Ya da “Aubrietia canescens”. Söylemek zor. Alpin minesi sanki daha sempatik geliyor. Her neyse kapıdan geçip çok dik çarşağı tırmanmaya başladık. Aladağlar işte tam da o anda farkını göstermeye başladı. İki adım ileri bir adım geri temposunda bir tırmanış. İki yanda yükselen kayalıklardan bir taş düşse acaba ne olur? Şimdi şu uçuruma kaysam nereye tutunurum?  Diye paranoyalar da başlıyor. İnsan beyni işte. Komik çözümler üretiyor. Kask neden gerekli işte o vakit anlıyorsunuz. Tam paranoyalarla cebelleşirken bir gayret vadinin geniş tabanına çıkıveriyorsunuz. Artık kaya, taş düşme tehlikesi yok. Kayma tehlikesi var. Çünkü çok dik bir yamaç.

Fotoğraf çekmeyi bırakıp hızla tırmanmaya başlıyorum. Bu yokuşu tırmanıp Çelikbuyduran boğazı girişine çıkan daha az eğimli patikaya ulaşmalıyım. Yoksa bu yokuşta takılıp bücürümler bağlayacağım. Yarım saat hiç durmaksızın yokuşla pençeleşiyorum. Kan ter içindeyim. Güneş te artık iyice yükseliyor Apollon’un alevden okları üstüme yağıyor sanki. Hemen UV geçirmez şapkamı ve gömleğimi çıkarıyorum. Teçhizat çok önemli. En azından güneşin yakıcı etkisini azaltıyorum. Dağlarda yüksek irtifada güneşin yakıcı etkisi daha fazla. Dik yamacı nihayet bitirebildim. Bizim grup üçe bölündü Ön grup neredeyse gözden kaybolacak. Ben ortada kaldım. Tek başıma. Arka grupla göz temasını kaybetmiyorum. Tam vadinin ortasında bir kaya var. Çoban kayası mı yoksa mola kayası mı öyle bir adı varmış. Kayanın bir köşesini çobanlar mı yoksa dağcılar mı bilmem taşlarla örüp barınak yapmışlar. Gölgesi de var. Tam mola yeri anlayacağınız. Öndeki grubun orada mola vediğini görmüştüm. Çelikbuyduran pınarından önceki mola yeri. Kayanın üzerine çıkmış fotoğraf çekerken biraz önce tırmandığım yamaçtan müzik eşliğinde yüklü üç at belirdi. Atlardan biri binicili. Binici ile tanışıyoruz. “Ben Aladağlı Muhammed Eke.” Diye kendini tanıtıyor. Dağcıların yükünü taşır dururmuş Muhammed. Fotoğraf meraklısı. Cep telefonunu bana veriyor. “Abi bir iki fotoğrafımı çeker misin?” diye rica ediyor. Türk bayrağı çıkarıyor. Birkaç pozunu çekiyorum. Tanışıyoruz. Facebook ve instagram adresini veriyor. Bir türkü tutturup yoluna devam ediyor.

Çelikbuyduran boğazına yaklaşıyorum.  Atların böylesine dik bir rampayı nasıl tırmandığını düşünüyorum. O yükle inip çıkıyorlar her gün birkaç kez. Tekrar yola koyuluyorum. Rampa çok dik. Birkaç alternatif patika açılmış. En kestirme olan en dik olanı. Çarşak. İkincisi toprak patika. Sırta paralel zik zak çizerek yükseliyor. Üçüncü patika atlar için açılmış her halde toprak patika ve büyük kavisler çizerek yükseliyor. En uzun yol o. Uzaktan bakınca sanki düz duvara tırmanacakmışım gibime geliyor. Ama öyle olmadığını biliyorum. Aklıma antik Roma yolları geliyor. Neydi 12 Levha Kanunundaki tavsiye? Yamaçlardaki yolları  mümkün olduğu kadar eğime paralel bir  seviyede açın. Öyleyse en kolay ve az yorucu olanı yamaç eğimine paralel olan patika. Patikaya bakıyorum. Kulağı tersten göstermek gibi bir şey. Önce Emler kayalıklarına doğru giden patika izlenecek sonra dönüp Kızılkaya kayalıklarına doğru gidilecek. Zaman kaybı gibi görünüyor ama atların kullandığı yol da orası. Bakıyorum Muhammed de atları o yoldan götürüyor. Az sonra kapının oradaki yamaçtan Ahmet Ağa’nın kervanı görünüyor. Atları sayıyorum. Altı. Zaten sorduğumda da altı demişti. Kendisi ata binmiyor Muhammed gibi. Fransızlar bir gün Ahmet Ağa’yı atın üstünde görmüşler de çok kızmışlar. “Hayvana niye eziyet ediyorsun, senin yürümen gerek.” Demişler tercüman aracılığıyla. O gün bugün Ahmet Ağa ata binip çıkmazmış dağlara. “Benim için fark etmez. Haklılar. Günde iki defa iner çıkarım buraları ben. At kendini zor taşıyor. Kaç kilo yükleyeceksin ki hayvana?” İyi bir soru. Bir ata dağ çıkışında ne kadar yük taşıtabilirsin? Gördüğüm kadarıyla on on beş kadar çanta yükleniyor. Bu da yüz elli ila iki yüz kilo eder. Belki de daha fazla. Sanırım katırlar daha fazla yük taşıyabiliyor. Kavrun yaylasında Dadala’nın katırları daha ağır yük taşıyorlardı. Acaba bu dağlara sportif amaçlı olarak çıkan ilk dağcılar kimlerdi? Alman dağcıların ilk çıkışları gerçekleştirdiğini duymuştum. Artık sportif amaçlı mı yoksa askeri ve ticari amaçlı mı orasını bilemem. 1750 yılından itibaren Anadolu arkeolojisiyle ve kültürleriyle ilgilenen Frenklerin dağlara da çıktıkları muhakkak. Sonra araştırıp bakarız, bir bilene sorarız.

Çelikbuyduran pınarına döne döne uzun  patikadan çıkıyorum. Arka grup da yaklaşıyor. Pınarda mola verip onları beklemeye karar veriyorum. Yüksek bir konumda olduğum için aşağı vadiden yükselen bulut denizini görebiliyorum artık. GPS’e bakıyorum. 3127 metre.  Beklerken  fotoğraf çekmek en iyisi. Ahmet Ağa ve kervanı hızla yaklaşıyor. Yüksek tempolu yürüyor atlar. Benim geldiğim yoldan geliyorlar. Belli ki bizden önce kamp alanına varacak, çadırları, mutfağı kurup hazırlık yapacak. Pınarın suyu resmen kar suyu. Suyun çıktığı kayalarda buzlanmalar göze çarpıyor. Zaten karlar tamamıyla erimemiş. Yer yer kar öbekleri var. Suyu içerken neden Çelikbuyduran dendiğini anlıyorum. Bu soğuk suyu içmeden önce  ağızda ısıtmak ve yudum yudum ısıtarak içmek gerekiyor. Aksi taktirde mide ve bağırsaklarda sağlık problemleri oluşabilirmiş. Bunu yıllar önce izci/dağcı dostlarımdan öğrenmiştim. Nitekim dağda soğuk su içtikleri için ishal olanlar da varmış. Ben fotoğraf çekerken Dursun Şimşek yanımda beliriveriyor. Şaşırıyorum. O mesafeyi nasıl o kadar çabuk alabildi? Düz duvara tırmanabilen biri Dursun Şimşek. Kayalardan seke seke atlaya atlaya gidiyor. Bu bölgedeki en hızlı dağcıymış. Bölge haritasını çıkarırken bu dağları karış karış gezmiş. O bir Aladağlar uzmanı ve en hızlı dağcı. Ve bizim kaplumbağa hızımızda bizimle yürüyecek kadar mütevazi.

(DEVAM EDECEK)

Aladağlar Foto Trekking I

Post navigation