Okul yıllarımızda tarih derslerinin ötesinde siyasi olarak ilk kez “Filistin” kelimesini “ Kalşnikov” tüfeği ile birlikte öğrendik. PLO ,FKÖ ve daha bir çok örgütün adını ve kısaltmaların ne anlama geldiğini tam olarak öğrenmek için de epey çaba harcadığımı anımsıyorum .
Lise tarih hocamız Osman Bey’in anlatırken en fazla heyecan duyduğu bölge de bu bölgeydi. Finike,Kenan Diyarı , Kudüs ve tabii ki Haçlı seferleri ve etkileri .. Salahaddin Eyyubi.
Antik Çağ’ dan Orta Çağ ‘a geçişte çok önemli bir rol oynayan bu bölgenin hiç ateşi sönmedi.
“Filistin “.
Medya (gazeteler ve radyo ) o zamanlar şu benzetmeyi kullanıyordu :
“Ortadoğu’nun çıban başı Filistin …..Kudüs .. “
Yıllar sonra “dışişleri”nde önemli görevlerde bulunmuş tecrübeli “Mülkiyeli Ağabey” lerimizin katılmamıza izin verdikleri uzun süren rakılı sohbetlerinde kullandıkları ve herkesin mutabık olduğu cümle :
“Filistin’de Mısır’ın izni olmadan savaş ,Suriye’nin izni olmadan da barış olmaz .”
“Kudüs fethedilemez … “
İşte yıllar geldi geçti Filistin ‘de ve Kudüs ‘de ne savaşlar bitti ,ne de kalıcı bir barış sağlanabildi. Binlerce yıldır akan kan durmuyor..
Kimi siyasi görüşlere dayandırılan ve akademisyenlerce de desteklenen teze göre, Filistin ‘de huzurun bozulmasının ana nedeni ,bölgede İsrail devleti’nin kurulmasıdır .
Öte yandan Filistin olarak nitelendirilen coğrafya , örneğin Osmanlı İmparatorluğu döneminde hiç bir vakit bu isimle anılmamıştır.Bugün de geçmişte olduğu gibi artık Filistin diye adlandırılan bölgenin sınırlarını çizmek , tarif etmek bile mümkün değildir. Filistinli diye adlandırılan halkın kim olduğu ve tarifinin yapılması da çok kolay değildir.
Bir anlamda havada uçuşan kavramları yerli yerine oturtmak için oldukça yoğun bir kavramsal çalışma yapmak gereklidir.Siyasi anlamda “Filistinli “ ve “İsrailli” kavramlarına bakıldığında bir anlamda iki ayrı tanım göze çarpmaktadır. İsrail bir ülke, ulus , Filistin ise sınırları belli olmayan bir toprak parçasıdır. Siyasi olarak bir ulus olarak tanınmamıştır.Uluslararası hukuka göre statüsü tam olarak belli olmayan ve tartışılan bir yapıdır. Filistin-_İsrail çatısmasının kökeninde, iki düsman toplum arasında yasanan tarihsel ve dinsel uzlasmazlıklardan kaynaklanan olaylar oldugu düsünülmektedir.
Bu tezin tarafarı olanlar olduğu kadar aksini düşünenler de vardır .Irkçı kuramlara dayalı olarak üretilen tezlere göre semitizm ve anti-semitizm gibi son derece basmakalıp ve yüzeysel olan siyasi yaklaşımlar belirli toplumsal katmanlarda taraftar bulabilmektedir.Öte yandan bu siyasi söylemlerin ötesinde “İnsan hakları Evrensel Beyannamesi “ ruhuna uygun tezler üreten söylemelerin olduğu da yadsınamaz . Hiç şüphesiz bu iki tezin çatışması da bugünkü olayların merkezinde bulunmaktadır.Esas konu “Filistin” tanımından geçmektedir.
Giderek Türkiye ‘de Osmanlı İmparatorluğu mirasını kâh reddeden kâh kabul eden söylemlere göre de durum tamamiyle “İngiliz Dış Mihraklar “ tarafından “ tezgahlanan “ bir oyundur.
Oysa Türkiye 28 Mart 1949’da İsrail’i tanıyan ilk İslam ülkesi olmuş, Tel Aviv’de elçilik, Kudüs’te Başkonsolosluk açmıştır. Bugünkü resmi siyasi tavır geçmiş politikaların mirasını taşıması ile de dikkat çekmektedir.
Türkiye’nin İsrail’i tanımasından Madrid Barış Konferansı’na kadar Filistin Sorunu’nda izlediği siyasetin genel çerçevesini, bir taraftan Filistin Sorunu’nda Araplara destek vermesi, diğer taraftan İsrail’le ilişkilerini sürdürmesi oluşturmuştur.
Türkiye 1960’ların ortalarına kadar dış politikasında batı ile ilişkilerine öncelik vermiş, Ortadoğu arka planda kalmıştır. 1960’ların ortalarına kadar dış politikada Ortadoğu ile ilişkiler kararsız yönelimli dış politikaların bir uzantısı şeklinde gelişmiştir.
5 Ekim 1979’da Başbakan Bülent Ecevit’in davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Yaser Arafat’ında katıldığı bir törenle Ankara’da FKÖ’nün yarı diplomatik bir temsilciliği açılmıştır.
Türkiye – İsrail ilişkilerinde Genelkurmay Başkanlığı ile İsrail Savunma Bakanlığı’nın imzaladığı 23 Şubat 1996 tarihli “ Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması ” bir dönüm noktası olmuştur.
İsrail’e sert eleştirileriyle bilinen Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında kurulan Refah – Doğruyol koalisyon Hükümeti’nin iktidarda kaldığı 1996 ortalarından 1997 ortalarına kadar ki dönemde de ilişkilerin hızının kesilmemesi, Erbakan’a rağmen Dışişleri’nin ve Genelkurmay’ın hükümetin kontrolü dışında ilişkileri sürdürdüğü şeklinde değerlendirilmiş, “ Türkiye – İsrail ilişkileri hükümetlere göre değiştirilemeyecek bir kararlılık ve perspektifle ele alınmaktadır ” tespitinde bulunulmuştur.
Kimi siyasi yorumculara göre 1996’dan itibaren stratejik işbirliği ekseninde yürütülen ilişkiler Türkiye ve İsrail tarafından farklı algılanmıştır. Türkiye, İsrail ile işbirliğini geliştirerek PKK’ya karşı istihbarat desteği almaya çalışmış, ABD’den ön şartlar nedeniyle doğrudan alamadığı bazı askeri araçları İsrail kanalından elde etmek istemiş, bu çerçevede İsrail’den askeri teknoloji ithalatını amaçlamıştır. İsrail ise ABD’nin desteğiyle ve Türkiye ile geliştirdiği stratejik ilişkiyle tehdit olarak gördüğü radikal ülkelere karşı özellikle İran ve Suriye’ye karşı güç kazanmayı hedeflemiştir.
Bugünkü Gazze olayının ardında son derece karmaşık bir olaylar örgüsü yatmaktadır :
Oslo Anlasmalarının ardından 1994 yılında imzalanan Gazze-Eriha Anlasması ile _srail askeri ve sivil yönetimi Gazze ve Eriha’dan çekilmis, bölgenin idaresini Filistin yönetimine bırakmıstır. Bu anlasma taraflar arasındaki barıs sürecinin devamını saglamıstır. Anlasmanın ardından İsrail’in isgal ettigi toprakları Filistin idaresine bırakması süreci devam etmistir. 1995 yılında
imzalanan Oslo-II ya da Geçici Anlasma ile İsrail 900 Filistinli mahkumu serbest bırakmıs, Batı Seria’nın Karbata, Kabatiya ve Yatta kasabalarından, Cenin’den,Nablus, Tulkarim, Beytullahim ve Ramallah’tan geri çekilmistir.
Bütün bu detaylar genel olarak dünya ve Türkiye kamu oyunun içinden çıkabileceği konular değildir.Bu kadar detay ve karmaşıklık da esas konunun çözümünde son derece ciddi engellr oluşturmaktadır.
Nitekim Kongo ‘da iki kabile liderinin verdiği iktidar mücadelesinin yol açtığı yüz binlerce masum sivilin hunharca öldürülmesi dünya medyasında nedense yeterince ilgi görmezken Gazze de İsrail ‘de ölenler daha büyük bir ilgi odağı olabilmektedir.
Neden ?
Her şey bir yana esas konunun özü budur …