web analytics

Yazının başlığı Katakekaumene, ilkçağ tarihçisi Strabon’un  Kula bölgesinde bulunan volkanik araziye verdiği ad olarak biliniyor. Türkçe meali :Yanık Ülke.  İlkçağ Anadolu’su bilinmeyenlerle dolu. Hellen ve Roma dönemlerinde yazılı belge var ama daha öncesi için nedense arkeolojide “Karanlık Çağ” sözü kullanılıyor.

Uydurma ya da kurgulanmış tarih işte bu belgesizlik ortamında üretilen tahminlere göre oluşuyor. Kimin kurguladığına göre de tarih değişiyor. Antik kent kalıntıları, doğa en önemli belgeler olarak karşımıza çıkıyor ama yeterli değil. İlkçağ coğrafyası ve tarihi ile ilgili önemli bir referans olan Strabon’un İÖ. 64 (kimine göre 53)  yıllarında bugünkü Amasya’da doğduğu ileri sürülüyor.

Pontus Krallığı’nın asil ve varlıklı ailelerinden birine mensup olan Strabon, on yedi ciltlik Geographika adlı eserini İS. 7-10 yıllarında Roma’da tamamlıyor. Bu eserin 12, 13, 14.ciltlerinde antik Anadolu’yu anlatmaktadır. Bu bölümler Prof. Dr. Adnan Pekman tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve 1987 yılında Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından kitaplaştırılmıştır.[2] Kitabın 61, 65, 66, 132, 133, 135, 153, ve 190. sayfalarında  bölge Mysia ve Mainoia’ya ait topraklar olarak geçiyor. Strabon’a göre Katakekaumene ülkesi ilkçağ Anadolusunun en iyi şaraplarını üreten yerler arasında sayılıyor. Mesogis Dağı, Tmolos Dağı, Knidos ve Smyrna  bölgesi şarapları da çok ünlü.

_DSF0408

 

Her gezide Anadolu’nun bir başka gizemini  keşfediyorum. Böylesine kültür zengini bir coğrafyanın  benzer ama yine de birbirinden farklı  insanlarının yaşadığı yörelerde sürekli  yeni ipuçlarıyla  karşılaşıyorum. Ne mi arıyorum? Anadolu’nun kadim tarihini arıyorum. Belgelere dayanan epistemolojik tarihini. “Geçmişin bilgisine Tarih, bilginin bilgisine de epistemoloji diyelim.”  Ama belge ve bilgi  kıtlığı var. O yörede yaşayan insanlar nereden geldiklerini, oraya nasıl geldiklerini bilmiyorlar. Sözlü tarih derlemesi de yapılamıyor. Bilmiyorlar. Korumuyorlar ve tahrip ediyorlar.[3]  Bölgenin tarihi konusunda da hiçbir bilgileri yok. Araştırmak zorundasınız. Yakın Çağ Anadolu’su göçlerle dolu. Son yüz yılda Anadolu’nun Rumca konuşan, Erken Bizans öncesine kadar kökleri uzanan ahalisi yüzyılın başında göçe zorlanmış. Geride bıraktıkları yapılardan anlıyoruz bunu. Belge var ama bir araya getirmek gerekiyor. Şehir kütüphanelerinde bu konuda bilgi yok. Uşak müzesinde bulunan eserlere bakıyorum çoğu iki bin yıl öncesinin eserleri. Son bin yılın eserleri yok. Uşak ve Kula’da gördüğüm yapıların eski sahipleri nereye gitti?[4] Sebaste, Blaundus, Mesotimolos, Alaudda, Akmonia, Kremon, Pepuza, gibi antik şehirlerin kalıntılarına rastlamak mümkün. Bu şehirlerin ahalisi bölgenin eski ahalisi olarak kabul edilebilir. Bugğnkü Uşak ve Kula yerleşimleri sonradan Germiyanoğlu beyliği sırasında gelişiyor.

_DSF0284

Arkeolojik kazılardan ortaya çıkan elle tutulur tek belge olan Patara Yol Listesi (Stadiasmus Patarensis) Likya bölgesi İS. 74 yılı itibariyle antik kentleri ve kentler arasındaki mesafeleri göstermektedir. Öte yandan bu antik kentlerin arşivleri yok olmuştur. Araştırmacıların elindeki kaynaklar çok kısıtlı. Antik kentlerin kitabelerinin çoğu Hellen döneminden. Öte yandan çözülemeyen dillerde bir çok kaya yazısı, tablet de bulunmuş durumda. Ama bu yazıları okuyan kimse yok. On sekizinci asırdan itibaren Anadolu’da kazı yapan İngiliz, Alman, Fransız arkeologların esas ilgi alanı Hellen ve Roma döneminde kayda geçmiş olan şehirleri bulmak üzerine yoğunlaşıyordu. Ciddi miktarda tarihi eserin kaçırıldığı ya da kaçırılmasına rüşvet karşılığı göz yumulduğu artık biliniyor. Çürümüş Osmanlı bürokrasisi tarihi eserlerin talan edilmesine göz yumuyor.

_DSF0297

ANDOST doğa topluluğu ile yaptığımız  Uşak Kula gezisi önerisi geldiğinde iki üç doğa konusu dikkatimi çekti. Kanyonlar, göller, antik şehirler ve yanık  topraklar. Phrygia (Frigya) bölgesinde olacağız. Geçen yıl Eskişehir tarafına gitmiştim. Şimdi Phrygia’nın Batısını gezme olanağı çıkıyordu. Pers istilası öncesi İ.Ö. bin yıllarına tarihlenen imparatorluk topraklarını ziyaret etmek ilginç olacaktı. Bu bölgede bulunan antik şehirler oldukça fazla.

 

Prof. Dr. Bilge Umar[5] ‘ın Phrygia adlı kitabını alalı neredeyse beş yıla yaklaşıyor. Kitabın  belli bir  amaçla yazıldığını zaten başlık kısmında açıklıyor yazar:  Bölgenin tarihsel coğrafyasını araştırmak ve bölgeyi gezecekler için bir kılavuz oluşturmak.

Aldıktan sonra birkaç kez kitabı karıştırdım ama bölgeyi gezmeden kitabı okumanın bazı konuları eksik bıraktığını şimdi anlıyorum. Gezinin  birinci gününde  Çivril Işıklı gölü, Ulubey Kanyonu, Clandras ve Blaundus antik kenleri, peri bacaları ve  Uşak Müzesini ziyaret ettik. İkinci gün Katakekaumene adı verilen volkanik coğrafyayı ve “jeo-park” alanlarını,  üçüncü gün de Lidya bölgesine geçerek “Sardes” (Sart, Salihli)  antik kentini ziyaret ettik.

Bölge tarihi uzun bir geçmişe dayanıyor. Roma döneminde Galatia vilayeti olarak bilinen bölgenin eski adı Phrygia yine de kullanılıyor. Kelt/Galat  halklarının ana yurdunun tarihi Tunç Çağı’nın orta ve geç dönemlerine kadar gidiyor. İ.Ö. 2000 yıllarından itibaren bölge önce “Luvi” daha sonra da “Hitit” halklarının izlerini taşıyor. Bilge Umar’a göre bölge  Luvi ulusunun yaşadığı esas yer. Luvi dilinin geniş çapta kullanıldığı bölgede kent ve coğrafi adların Luvi dilinde olması kanıt olarak gösteriliyor. Luvilerin kullandığı dilin halen deşifre edilememiş olması da o dönemin de karanlık olduğunu gösteriyor.

_DSF0148

Anadolu’nun ilkçağ tarihi oldukça karmaşık. Bir çok kaynaktan okumak mümkün. Beş bin yıllık tarihi incelemek benim boyumu aşıyor. Yine de kronolojik bir tarihçeyi özet olarak öğrenmek gerekir. Bölgede  önce yerli Luvi krallar kendi aralarında savaştılar. Sonra Hititler ortaya çıktı.  Hititlerin Traklar tarafından yıkılmasından sonra Lydia krallığı bölgeyi ele geçirdi. Sonra Perslerin istilası başladı.( İ.Ö. 500 ) Perslerden sonra Helenler daha sonra Roma ve Bizans. Anadolu Beylikler döneminde Germiyanoğullarının ana yurdu daha sonra da Osmanlı idaresi geliyor. Bu kronolojinin Pers öncesi belge yokluğundan ötürü bana göre spekülatif yorumlara dayanıyor.

Asfalt yolda minibüsümüz  ilerlerken üzüm bağları görüyoruz. Uçsuz bucaksız dağlara doğru uzanıp gidiyor bağlar. Volkanik arazinin üzüm yetiştiricileri için ideal topraklar olduğunu ünlü tarihçi  Strabon yazıyor. Günümüzde ise şarapçılık giderek ölüyor. Binlerce yıldır yetiştirilen şaraplık üzümlerin artık üretilmediği bir gerçek. İlkçağda dünya çapında ünlü şarap üretilen bu topraklarda beton binalar yükseliyor.

_DSF0368

Bölgenin jeolojik yapısı neojen döneminde başlayan tektonik hareketler volkan patlamalarıyla sürüyor.Volkanik patlamanın bölgeyi yanık ülke Katakekaumene haline çevirmesi üç yüz bin yıl sürmüş.[6]yöre halkı tarafından “divlit” kelimesiyle  ifade ediliyor. Üç milyon  yıl önce “neojen”[7] döneminin sonlarına doğru başlayan tektonik oluşumlar “Halosen”[8] dönemine   yaklaşık on beş bin yıl öncesine kadar devam ediyor. Çakallar divliti çevresinde ayak izlerine rastlandığı ifade ediliyor. Bu da volkanik hareketlerin son aşamasında insanların bu bölgede yaşadığını kanıtlamaktadır.  Bölgede yanardağ lavlarının oluşturduğu toprak yapısına divlit deniyor. Karadivlit, çakaldivlit, sandaldivlit, vb.

“Daha batıda Sandal köyü civarında bulunan genç bazalt akıntısı 900 m. yükseklikteki Karadivlit’in oluşturduğu yarıktan çıkmıştır. Bu akıntı batıya ve kuzeye doğru yayılmıştır. Kuzey kesimde eski döneme ait konilerin etrafını saran lavlar iki dil oluşturmuştur. Yörede daha batıda Kaplan ve Demirköprü barajı kıyısında aynı evreye ait Çakallar divlitleri bulunmaktadır. Kaplan divlitinin bazalt akıntısı çıkış yerinden itibaren Gediz nehrinin derin yarılmış vadisini izleyerk batıya doğru akmış, daha sonra baraj gölü yakınında Gediz nehri vadisine girerek Karataş’a ulaşmıştır. Lavlar Gediz vadisi taraçalarını ve alüvyonlarını örtmüştür. Genç bazalt akıntılarının dördüncüsü Demirköprü barajının batı kıyısında, ötekilerine oranla az yer kaplar. Burada lavlar Çakallar tepeden çıkmış ve Gediz nehrine doğru yayılmıştır. Bu alanda aynı evreye ait küller üzerinde prehistorik insan ayak izlerine rastlanmıştır” Asaf Koçman.

Ulubey Kanyonu

_DSF0254

Uşak Ulubey kanyonu Phrygia bölgesinin en önemli doğal zenginliklerinden biri. Ulubey çayı ve Banaz çayının oluşturdukları bu muhteşem kanyonun içinde yürümek amacıyla yüz metre kadar aşağı indik. Dünyanın Arizona Grand Canyon’dan sonra ikinci uzun kanyonu (75 km.) Uşak,Ulubey Kanyonu’nda pis kokudan maske takmak zorunda kaldık. Kanyonun içinden geçen Dokuz Sele Deresi kimyasal atıklardan siyah renk almış durumda. Menderes nehrine karışan derenin masmavi suları artık petrol renginde. Derede hiç bir canlı yaşamadığı gibi dere civarındaki tarım ürünleri de zehirli. Uşak belediyesi resmi sitesinden aldığım alıntı şöyle:

 

“Ulubey Kanyonu (Ulubey Canyon) Uşak ilinin Ulubey ilçesi sınırları içerisindedir. ABD deki Arizona Eyaleti sınırları içerisinde bulunan Büyük Kanyondan sonra dünyanın en büyük 2. kanyonudur. Bugüne kadar bilinmeyen kanyon, Ulubey Çayı ve Banaz Çayı boyunca devam eden bir ana kanyon ile buna bağlanan onlarca büyük yan kanyonlardan oluşur. Ulubey çayı, bütün kanyonu adeta saklı bir cennete çevirmiştir.
Ulubey’de ilin güney ve güney batı kesimlerinde jeolojik yapının özelliğinden dolayı oluşan Ulubey Kanyonu, kanyondan geçen ”Dokuzsele Deresi’nde meydana gelen kirlilikten dolayı turizme açılamıyor. Kanyonun, dibinden geçen Dokuzsele Deresi temizlendiğinde yamaç paraşütü ve doğa turizmine açılması planlanıyor.” Kaynak: http://www.usak.bel.tr/sayfa/ulubey-kanyonlari/

12208394_10153651335676897_4508268067188676939_n

Doğanın böylesine insafsızca kullanımı ciddi çevre kirliliği problemlerini de beraberinde getiriyor. Anadolu’nun her tarafında sanayinin kontrolsüz şekilde derelere bıraktıkları atıkların verdiği ölümcül zararlarını görüyoruz. İşin en hüzünlü tarafı da yerel idarelerin çaresizliği. Ensesi kalın sanayici belirli kişilere menfaat sağlayarak arıtma yaptırımlarından kurtulabiliyor. Çevreyi kirletmeye insafsızca devam ediyor. Masa başında oturan bürokrat işlediği doğa cinayetinin farkında olmasına rağmen sesini çıkarmıyor. Karadeniz, Doğu Anadolu, Güney Anadolu ve Ege’de ülkenin dört bir yanında doğa katliamları hızla sürüyor. Çevreyi koruma görevi olan bakanlık ve yerel idarelerin ilgili birimleri seyirci kalırken çevre sorunları geometrik ölçülerde büyüyor. Uşak ve Kula doğal zenginlikleri de bu trajik tahribattan payına düşeni almış durumda. Diğer yörelerden hiç te farklı değil. Bölgede gördüğümüz çocukların gözleri parlıyor. Öğrenme aşkıyla dolular ve çok kibarlar. Başka yörelerde gördüğüm çocuklardan farklı değiller. Çocuklar sanki geleceğin ellerinde olduğunu biliyorlar gibi. Kendilerine miras kalan tahrip olmuş doğanın kurtulması için çok çalışmaları gerektiğini biliyorlar.

[1] Strabon’un Geographika adlı eserinde sözünü ettiği bölge. Bugünkü Kula yakınlarında bulunan volkanik arazi. Yanık Ülke olarak tercüme ediliyor.

[2] Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, çeviren. Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1987, İstanbul.

[3] Manisa İl sınırları içinde, dünyada başka bir örneği bulunmayan ayak izleri dünyada çok ender olarak bulunmaktadır. Kula İlçesi’nin 30 km güneybatısında, Adala ve Gökeyüp Beldeleri arasında Divlittepe’de bulunan ayak izlerinin bir kısma karayolunun altında kalmıştır. Avrupa ve Amerika’da bulunan ayak izleri ise koruma altındadır. Kula Jeopark Alanındaki fosil ayak izleri günümüze kadar koruma altına alınmamıştır. Açık havada bulunan izler her zaman erozyon tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çoğu da araziden sökülerek götürülmüştür. Avrupa müzelerinde, ülkemizden götürülen ayak izleri görülmektedir.”

[4]“Antik dönemdeki adı “Temenothyrea” olan Uşak, İç Ege Bölgesinde Batı ve Orta Anadolu`yu birbirine bağlayan bölgede yeralmaktadır.Yaklaşık M.Ö. 4000`den sonra yerleşik düzenin görüldüğü alanda kesintisiz yerleşimin eski Tunç Çağında başladığı tespit edilmiştir.Tarih çağlarından önce Frigya, sonra Lidya hakimiyeti ve M.Ö.330`da Büyük İskender`in hakimiyetine girer.M.Ö. 189`da Roma İmparatorluğu, M.S. 395`te ise imparatorluğun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğuna geçmiştir.1071`den sonra yöre Selçuklullar ile Bizans arasında değiştirilmiştir. 1176`da bölge kesin olarak Selçuklu hakimiyetine girmiştir. Selçuklu Devletinin yıkılmasıyla Germiyan Beyliğine, 1429 yılında ise Osmanlı topraklarına katılan Uşak, Kütahya sancağına bağlı bir kaza olmuş, Cumhuriyet döneminde ise 1953 yılında il merkezi haline gelmiştir.”

 

[5] Umar, Bilge, Phrygia, Bir tarihsel coğrafya araştırması ve gezi rehberi, İnkılâp Kitabevi, 2008, İstanbul

[6] Koçman, Asaf. “YANIK ÜLKE”NİN DOĞAL ANITLARI: KULA YÖRESİ VOLKANİK OLUŞUMLARI, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü, EGE COĞRAFYA DERGİSİ Aegean Geographical Journal, VOL. 13, 5-15, (2004)

[7] Neojen dönemi. 23 milyon yıl önce başlayıp bir milyon yıl önce sona eren jeolojik dönem.

[8]Pleistosende yaşanan son buzul çağının kapanmasıyla başlayan bölüm, 11 bin yıl öncesinden günümüze kadar süren zaman dilimini ifade eder. Gerçek bir jeolojik devir olmaktan çok yaşadığımız zamanı tanımlayan bir terimdir. Buzul çağları arasında sıcak bir dönem olan Holosen, insanlığın tüm kayıtlı tarihini ve uygarlığını içerir. Bu bölüm içinde insanlar yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçip, pek çok uygarlık kurdu. Bölümün baskın organizması olan insanlar, Holosen doğasını ciddi biçimde etkileyip, değiştirdi.

Katakekaumené [1]

Post navigation