web analytics

18 Ocak 2014 Sagalassos 199

Sıkıntılı bir bahar bu sene gelen. Doğum günüm haftasında Likya bölgesinin bence ilginç köşelerini fotoğraflamak amacıyla yollara düştüm. Kaş’da iki gece kalıp  doğum günümü de Patara plajından denize girerek kutlamayı planladım.

İlk durak Myra. Nasıl da değişiveriyor her şey. O derme çatma ucuz inşaat malzemeleriyle acemice yapılan kargacık burgacık mimari felaketi binalar yol boyunca sıralanıp gidiyor. Yerel yönetimlerin hiçbir şekilde sorumluluk almadığı bu mimari felaketlerin yarattığı görsel çirkinlik aslında dayanılır gibi değil.

Myra ve St. Nicholas kilisesine giden yol çok arızalı. Araba çukurlara bir girip bir çıkıyor. Bu bölgeye gelen turist otobüslerinin  park ettiği alanımsı toprak düzlüğü saymazsak park yeri yok. Her yer sera dolu. Antik şehir dört bir yandan seralarla, derme çatma binalarla kuşatılmış. O hiçbir anlam taşımayan elişleri ve nazar boncuklarının bir matahmış gibi turistlerin burnuna dayanmasına bir engel olan da yok. İki yana sıralanmış dükkanların önünde bekleyen kötü bakışlı iki karış sakallı satıcılar  adeta yolunuzu kesiyor. Sanki en doğal haklarıymış gibi sizin yürüyüp antik şehre girmenize engel olmaya çalışıyorlar.  O budalaca malların sergilendiği dükkanlarda Likya ile veya Myra ile hiçbir ilgisi olmayan nazar boncuğu cıncık boncuk gibi hediyelik eşyalar satılıyor. İngiliz, Alman ve Rus turistler kalabalık gruplar halinde gelmişler. Merakla antik şehre girmeyi bekliyorlar. Ellerinde broşürler kameralar var. Her antik kentte gördüğüm bu  tiyatrodan sıkıldım artık. Hızla yürüyüp antik tiyatroya giriyorum. Tiyatro sahnesinde kırk yaşlarında bir Alman belli ki eğitimli bir ses bir şarkı söylüyor. Tiyatronun üst basamaklarında oturan arkadaşları akustiğin mükemmel olduğu antik tiyatroda keyifle şarkı dinliyorlar. Köln Katedrali şehir korosu üyeleriymiş. Bir süre oturup şarkıyı dinliyorum. Bir Alman halk şarkısına benziyor. Huzur veren bir ses, eski zamanlardan gelen bir ezgi.

Yavuz Çekirge 29 Mart 2015 Afrodisias 0863632015untitled shootuntitled

Arka planda karlarla kaplı Aladağlar “Massikytos” tüm ihtişamıyla yükseliyor. O dağlardan doğan kutsal Demre Çayı  “Myros” binlerce yıldır akıp duruyor  denize doğru. Bu tiyatroda kim bilir hangi oyunlar oynandı? Heykeller ve kabartmalar her yerde.Çoğu hasar görmüş. Maskeler özellikle. “Gerçek oyununun” Parrhesia’nın  burada da oynandığını düşünmek istiyorum. Maskeler ve parrhesia hep birlikte var olmuşlar.

Oysa bu coğrafyada artık gökyüzü genişlemiyor. Giderek daralıyor. Taassup ve kara cehalet yavaş yavaş kaplıyor her yeri.  Özgürlükler tehlike altında. Gökyüzünü daraltıyorlar. Bu tiyatroda görülen gökyüzü kadar bile değil artık gökyüzü. Özgürlükler daralınca fanatizm ve sofuluk yükseliyor. Muhafazakarlığı artık saçmalık boyutuna taşıyan siyasi güçler ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Kutsal kitapları ellerine alıp meydanlara çıkıyorlar. Her şey inanç eksenine bağlanıyor.  Büyük kitleler hala duyarsız. Din duygularını istismar eden politikacıların suçu yok aslında; onlar akıllı adamlar. Kitle ne duymak istiyorsa onu söylüyorlar. Seçmenin çoğu zaten bu dünyadan vaz geçmiş öteki dünyayı garantiye almaya çalışıyor. Ölümsüz olmak istiyorlar. Cennete gitmek istiyorlar. Söylenenleri yaparlarsa cennete gideceklerine inanıyorlar. Çabucak kanıveriyorlar. Kendi beyinleriyle düşünmeyi bilmiyor kitleler. Bir sürü gibi hareket ediyorlar. Bu antik dünyada da böyleydi. Şehir yabancı güçler tarafından kuşatıldığında tapınaklara doluşup dua etme yolunu seçiyorlardı. Bunu bilen şehir meclis üyeleri de yabancılara olmayacak tavizleri verip şehri istiladan kurtarıyorlardı. Bir anda şehir halkının köle olarak esir alınıp köle pazarlarında satılması önleniyordu. Bu para nereden bulunuyordu, nasıl olup da düşmanlar ikna ediliyordu anlamak zordu. Arada direnenler de olurdu. Onlar birer kahramandı. Ölümden korkmuyorlardı.  Ölenlerin gözlerine para konurdu. Cennetin kapısından girmeleri için gerekli olan paraydı onlar. Tanrıların bu parayı ne yapacaklarını kimse sorgulamıyordu. Antik dünyada tanrıların da insanlar arasında yaşadığına inananlar çoğunluktaydı.

Yavuz Çekirge 29 Mart 2015 Afrodisias 0683452015untitled shootuntitled

Antik tiyatrodaki Köln Katedrali şehir korosu üyeleri  şarkı bitince  alkışlıyorlar. Sonra bir başka Alman yanık söylemeye başlıyor. Belli ki bu böyle devam edip gidecek.  Akustik mükemmel. Zaten onun için gelmiş bu konseri veriyorlar.  Hava mükemmel. Myra antik tiyatrosunun duvarlarında belki de hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir olay gerçekleşiyor. Almanca  halk şarkılarının biri bitiyor öbürü başlıyor. Onları dinlemeye karar veriyorum. Daha sabah saat on. Dünya kadar vaktim var. Onlar söyledikçe şarkılarını sanki gökyüzü daha da genişliyor.

Özgürlüğün kıymetinin bilindiği bir ülkeden geliyorlar. Özgürlükleri çok pahalıya mal oldu. Cermen kabilelerinin MÖ. ilk devletlerini kurmalarından MS. 1814 yılına kadar savaşlar birbirini izledi. Almanya topraklarında özgürlük savaşları sürdü gitti. Hohenzollern hanedanı 1871 yılında başkent Berlin olmak üzere Almanya Konfederasyonunu kurdu. Daha sonra Weimar cumhuriyetinin kuruluşu ve Hitler felaketi Almanyayı yeni savaşların içine çekti. 1945 yılından sonra  Almanyada liberal demokrasinin kurulduğu ve geliştiğini görüyoruz. Soğuk savaş yıllarının ardından demir perde çökünce iki Almanya birleşti. Bugünkü liberal demokrasi dünyada sayılı özgürlük alanlarından birini yarattı. Bugün Alman halkı doya doya özgürlüğün tadını çıkarabiliyor. Özgürlük çok tartışmalı bir kavram. Özgürlüğün kısa tarifini yapmak da zor. İnsanın doğasında(fıtratında) özgürlük duygusu yatıyor olmalı. Bunu bilmezden gelen ihtiraslı idarecilerin güç ve şiddet kullanarak bastırdıkları kitleler bir gün özgürlüklerini geriye kazanacaklardır. Bu her zaman böyle olmuştur.

“Özgürlük, insanlıkla birlikte başlayan bir mesele, ilk felsefi argümanlarla filozofların dilinden düşmeyen bir kavramdır. Özü gereği pratik hamlelerin dışında gerçekleşme ihtimali olmadığından, vazgeçilmez bir talep olarak her kişisel eylemin ve edimin, her toplumsal hareketin gerisindeki temel saik olagelmiştir.Özgürlük, Spinoza için, insanın kendi doğasının zorunluluğunu bilerek eylemesidir. Bu yüzden özgür insan, her şeyin tanrısal doğadan zorunlulukla doğduğunu gören, ölüm korkusuna kapılmayan, gücünün bilincinde olan, dolayısıyla neyin üstesinden gelip, neyin üstesinden gelmeyeceğini bilen, cahillerin kendisine iyilik yapmasından mümkün mertebe kaçınan, başka özgür insanların değerini ve kadrini bilen, düzenbazlıktan kaçınıp hep dürüst olan, aklı kılavuz alarak ortak yasalara göre yaşayan, kimseden nefret etmeyen, haset, tiksinti duymayan, kimseyi hor görmeyen, kibirli olmayan, nefreti sevgi ile yenmeye çalışan, kendisi için istediğini başkası için isteyen, bazı şeylerin kötü, rahatsız edici görülmesinin nedeni tam bilgiye ulaşmamış olmaktan doğan yanlış bir fikir olduğunu bilen, her şeyi anlamaya çalışan insandır. Demek ki özgürlük, sağlam bir karakterin belirtisidir.”  

 Kaynak:Özgürlüğün Kısa Tarihi,Yavuz Adugit  

 

 

 

Küçülen Gökyüzü

Post navigation